Osmanlı hat sanatının zarif temsilcilerinden Hattat Ârif Hikmet Bey, güzel yazı yazmakla kalmadı; kalemini âdeta zikir hâline getirdi. O, Sünbülî meşrebinin tasavvufî inceliklerini ve estetik anlayışını hüsn-i hatla buluşturan nadide sanatkârlardandır. Bu makalemizde Ârif Hikmet’in hem sanat anlayışına hem de Hatt-ı Sünbülî’nin tasavvufî estetiğine göz atıyoruz…
Vaktiyle kalemle yazılan her harfin ardında bir yemin gizliydi: “Nûn. Kaleme ve yazdıklarına and olsun…” (Kalem, 68/1). Bu İlâhî hitabın izinde yürüyen hattatların en zariflerinden biri de ne yazık ki devrinde tam olarak takdir edilmemiş, kimi zaman alayla, kimi zaman hayranlıkla anılmış olan Ârif Hikmet Bey’dir. Hatt-ı Sünbülî adıyla bilinen özgün yazı tarzının mucidi olarak, hat sanatımıza kendine has imza bırakan bu sanatkâr, gölgede kalmış büyüklerdendir.
Selanik’ten İstanbul’a Bir Hattatın Doğuşu
1886 yılında Selanik’in Usturumca kasabasında dünyaya gelen Ârif Hikmet Bey, küçük yaşlarda yazıya meyletti. Babası Hâfız Hamza Efendi’nin görev icabı İstanbul’a gelişiyle şehirle tanışan genç Ârif, Üsküdar’daki Fıstıklı Mektebi’nde başladığı tahsilini, hat sanatına olan derin tutkusu sebebiyle yarıda bırakıp, 1898’de eline kalemi aldı ve bir daha hiç bırakmadı.
Kalemle Kurulan Mektep Medresetü’l-Hattâtîn
Hat sanatının mektep hâline gelmesi gerektiğini düşünen Ârif Hikmet Bey, bu fikrini dönemin şeyhülislamı Ürgüplü Hayri Efendi’ye arz eder. Neticede, onun öncülüğünde 6 Mayıs 1915’te “Medresetü’l-Hattâtîn” kurulur. Bu okulda yalnızca sülüs ve nesih değil, tezhipten ebruya, tuğradan rik’aya kadar klasik İslâm sanatları, sistematik şekilde okutulmaya başlanır. Ârif Hikmet Bey, hem bu müessesenin ilk müdürü hem de yazıdaki inceliğiyle öğrencilerine rehber olan bir muallimdir.
Hattın Özgün Soluğu Hatt-ı Sünbülî
Ârif Hikmet Bey’in sanat yolculuğu, gelenekle yetinmeyen, onun ötesine geçmeye cesaret eden arayışı da içinde barındırır. Klasik hat kurallarına vukufiyetine rağmen, estetik cesareti, onu farklı istiflerde, özellikle isim tertibinde yeni denemelere götürür. Bu arayışın meyvesi olarak “hatt-ı sünbülî” doğar.
Bu hat tarzı, ismini sünbül çiçeğinden alır. Aynı zamanda sünbül verdiği Sünbül Efendi Hazretleri’ne de bir izafettir. Harflerin zarifçe iç içe dolandığı, sülüsle rikâ‘ arasında salınan biraz divaninin bahçelerine dalan, sanki rüzgârda salınan başak gibi naif dokunuşa sahip bu tarz, dönemin bazı çevrelerince eleştirilmişse de yazı sanatında sınırların zorlanabileceğini göstermesi açısından öncü bir tavırdır. Onun için bazılarına göre bu hatt-ı sünbülî, usûl-ı kadîmeden uzak “tezhipli hayal” idi. Bazılarına göre ise, hat sanatının yeni nefesi, lirik açılımıydı.
Yazının tamamını Yedikıta Dergisi 208. sayısından (Aralık 2025) okuyabilirsiniz.


