“Abdülhamid idaresine yüreklerimizde beslediğimiz derin kin, sarayın sevmediği her şeyi bize sevdirecek kadar hepimizde acayip bir ‘yanlış görüş’ yapmıştı.


“Abdülhamid idaresine yüreklerimizde beslediğimiz derin kin, sarayın sevmediği her şeyi bize sevdirecek kadar hepimizde acayip bir ‘yanlış görüş’ yapmıştı.

Şehzadelerin idari tecrübe kazanmak üzere gönderildikleri sancaklar sadece siyasî bakımdan değil, iktisadî ve kültürel açıdan da payitahta yakın olarak adeta ikinci bir payitaht özelliği kazanmıştı. Taşrada gelişen bu saray hayatı, hele de şehzadelerin ve maiyetlerinin saraylarda tükettiği yiyecekleri hakkında bilinenler çok azdır.

Her adımında köklü bir kültürü gördüğümüz Osmanlı’da sarayda hayat farklı akardı. Oldukça sistematik ve müessesevî yapısında her faaliyet gibi ifadeler de sıradan değildi…

Meslek hayatına başlamasından itibaren farklı açılardan eğitim öğretim faaliyetleriyle ilgilenmeye başlayan Cevdet Paşa’nın en çok üzerinde durduğu konulardan birisi şüphesiz maarifin yaygınlaşması ve nitelikli kurumsal bir yapının oluşmasıdır.

Bulgar ve Yunan zulmünden kaçarak yurtlarını terk eden Müslümanlar ve cephede yaralanan askerler perişan bir vaziyette İstanbul’a taşınıyorlardı…

Altı buçuk asır, üç kıtaya hükmeden Osmanlı Devleti, yaşlanıp güçten düştüğünde, adalet götürdüğü diyarların büyük bir bölümünden geri çekilmek zorunda kaldı. Osmanlı, varlığının nişânesi olan pek çok şeyi de bu topraklarda bırakmıştı…

Kuruluşundan 1699 Karlofça Antlaşması’na kadar geçen süreçte girdiği birçok muharebeden galibiyetle çıkan Osmanlı Devleti, bu maharetini, savaş meydanlarında orduyu sevk ve idaredeki ustalığı kadar, sefer öncesi ve sefer sırasındaki organizasyonuna da borçludur.

Bir tarafı Karadeniz, diğer tarafı Marmara Denizi ile çevrili olan İstanbul’da deniz ulaşımı ilk zamanlarda kayıklar, mavnalar ve peremeler vasıtasıyla yapılıyordu.

Rusya’nın, Polonya’nın, Danimarka’nın, Hollanda’nın, Belçika’nın meşhur pehlivanları Paris’te talihlerini deniyorlardı. Hakikatte bizim Kara orman Pomakları karşısında Frenk pehlivanlarının dayanamayacağı şüphesizdi…

Muslihiddin Mustafa, nâm-ı diğer Ahterî, meşhur fıkıh ve dil âlimlerindendi, ayrıca lügatçiydi. Neredeyse 500 yıl önce (1545) bir Rebiulevvel gecesi tamamladığı lügat kitabı Ahterî-i Kebîr’i bugün hâlâ kullanılmakta…