Davet, doğru yönden olursa icabet etmek lazımdır. Bazen insan icabet etmek ister, davet olmaz; bazen de davet olur, icabet nasip olmaz. Son Kisra ve son Kayser’in davet ile icabet arasındaki serencamını okuyacaksınız…
Peygamber Efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafa (s.a.v.), 627 yılının son aylarında, dünyanın belli başlı ülkelerinin hükümdarlarını, İslâmiyet’e davet eden mektuplar göndermeye başlamıştı.
En meşhurları; İran Sâsânî Kisrası Hüsrev Perviz, Doğu Roma Kayseri Herakliyus, Habeşistan Necâşisi Eshame, Mısır yöneticisi Mukavkıs, Ummân melikleri Ceyfer ve Abd Kardeşler ve Bahreyn meliki Münzir bin Savâ’ya gönderilenler idi.
Kendilerine mektup ulaşan bu idarecilerden biri hariç, hepsi elçilere iyi davranmışlar, Resûlüllah Efendimiz’e cevabî mektuplarını hediyelerle birlikte göndermişlerdi.
Necâşi, mektubu alınca gözyaşı dökerek davete icabetle Müslüman olmuştu. Bahreyn ve Ummân melikleri, sadece kendilerinin değil, ülke insanlarının da İslâmiyet’i kabul ettiklerini bildirmişlerdi. Mısır meliki Mukavkıs, çok kibar davranarak elçiyi ağırlamış, güzel ifadelerle yazdığı cevabî mektubunu pek çok hediye ile Medine-i Münevvere’ye göndermişti ama Müslüman olamayacağını da beyan etmişti.
Mektuplara ne cevap verecekleri en çok merak edilen iki hükümdar vardı ki ikisi de o zamanki dünyanın en güçlü iki devletini yönetiyorlardı. Biri Arapların İberviz dedikleri Kisra Hüsrev, diğeri Hirakl dedikleri Kayser Herakliyus’tu. Kisra’ya mektubu götüren sahabe Abdullah bin Huzâfe es-Sehmî (r.a.), Herakliyus’a mektubu götüren sahabe ise Dıhye bin Halife el-Kelbî (r.a.) idi.
Kayser, mektuba saygı gösterir ama; Kisra, mektubu parçalama nezaketsizliğinde bulunur.
Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.), 627 yılının son aylarında pek çok ülkenin idarecilerine, İslâm’a davet mektupları göndermiştir. Kendisine mektup ulaşanlardan Necâşi, mektubu alınca gözyaşlarını tutamaz…
Kisra ile Yaşananlar
Kisra kelimesi (كسرى) Farsça “Hüsrev” kelimesinin Arapça telaffuzudur. Araplar, bütün Sâsânî imparatorlarına Kisra derlerdi.
Kisra ile görüşmek isteyen elçiler önce Hîre valisine gelir ve onun vasıtasıyla görüşme imkânı bulurlardı. Meselâ; Rum, Çin ve Hint elçileri, önce Hîre valisine uğrarlar ve onun aracılığıyla huzuruna çıkabilirlerdi. Vali, başkent Medayin’e getirdiği elçileri bir süre saray kapısında bekletir, kendisi Kisra’nın karşısına çıkar ve elçiler hakkında ön bilgi verirdi. Onun verdiği bilgiler doğrultusunda elçiler kabul edilir ve ona göre muamele görürlerdi.
627 yılının ortalarında yola çıkan Abdullah bin Huzâfe’yi (r.a.), önce Bahreyn melikine yönlendirirler. Onun tavassutu ile Hîre valisine ulaşırlar. Sonra birlikte Medayin şehrine giderek, Arapların Beytü’l-Ebyaz (Beyaz Ev) dedikleri meşhur Tâk-ı Kisrâ adlı binada Hüsrev Perviz tarafından kabul edilirler.
Abdullah bin Huzâfe kendisini tanıtıp mektubu okumaya başlar. Mektubun ilk satırında “Besmele” vardır. İkinci satırda mektubun “Muhammed Resûlüllah” tarafından gönderildiği yazılıdır. Son satırda da mektubun muhatabı olan Hüsrev’in adı “Azîmü’l Fürs” yani Farsların en büyüğü diye geçer.
Hüsrev Perviz, bir hükümdara yakışmayacak hamlıkla çok sert tepki gösterir: “Mektupta niçin benim adım en sona yazılmış?” diye mektubu parçalar. Bununla da kalmaz, elçiyi ağır hakaretlerle saraydan kovar. Abdullah bin Huzâfe, verilen görevi yerine getirmiştir. Güvenlik sebebiyle, normal güzergâhı kullanmaz, farklı yollardan Medine-i Münevvere’ye döner. Kisra’nın danışmanları, “Elçiyi bu şekilde göndermek yerine, gönlünü hoş etseydik, Yemen’i olduğu gibi Hicaz’ı da kendimize bağlayabilirdik.” deyince ardından koştursalar da yetişemezler. Hüsrev, Yemen’deki valisine haber salar: “Medine’ye gidin ve peygamber olduğunu iddia eden kişiyi bana getirin.” diye emir verir. Aklınca ayağına çağırıp gönül alacaktır.
Yazının tamamını Yedikıta Dergisi 179. sayısından (Temmuz 2023) okuyabilirsiniz.