Bir şehir düştü, tarihin akışı değişti. Bir şehir düştü; güzel şehirler, sağlam kaleler, görkemli saraylar, ihtişamlı camiler yıkıldı. Bir şehir düştü, bütün Türk-İslâm coğrafyası karanlığa büründü. Her şeyin başladığı bu yer, Otrar’dı…
Harezm’in önemli şehirlerinden biri Otrar’dır. Yüzyıllardır Türklerin yaşadığı bu şehri, Müslümanlar “Fârâb” diye isimlendirmişlerdi. Emevîler devrinde 714 yılında fethedilen Otrar’da; Emevîler, Abbasîler, Samanîler, Selçuklular ve son olarak da Harezmşahlar hüküm sürmüştü. Moğol istilasına kadar geçen sürede pek çok devlete tabi olan Otrar, kervan yollarının kesiştiği önemli bir ticaret merkezi, Moğollar ile Türk-İslâm dünyası arasında tampon bölge olarak Cengiz Han’ı dizginleyen büyük bir engeldi.
Otrar, dönemin önemli ilim ve kültür merkezlerindendi. Orta Çağ’ın büyük şehirleri arasında yer aldı ve kütüphanesiyle meşhurdu. Burada hadis, tefsir, kelâm, fıkıh, dil sahasında birçok âlim yetişmişti. Meselâ Farabî, Otrar’da doğmuş, tahsilini buradaki medreselerde tamamlamıştı. İslâmî devir ilk Türkçe eserlerden biri olan Atabetü’l-Hakâyık, burada Otrar hanı Dadbek Han’a hediye edilmişti. Dolayısıyla Otrar, ilim ve ticaret şehirleri arasında kendine yer bulmuştu.
Peki, ne oldu da Otrar yeryüzünden silindi? Ve daha önemlisi Otrar’ın düşmesiyle birlikte; güzel şehirler, sağlam kaleler, görkemli saraylar, ihtişamlı camiler yıkıldı. Zengin kütüphaneler, ilim yuvaları medreseler ve kültür merkezleri yok oldu.
Bir şehrin el değiştirmesinin neticesi bu kadar ağır olmamalıdır diye düşünebiliriz. Ancak tarih bize, bazen küçük gibi görünen şeylerin büyük sonuçlara yol açabileceğini gösteriyor. Otrar’ın düşüşü de bunun en acı örneklerinden biridir. Cengiz Han’ın hışmına uğrayan Otrar düşerken, girdap gibi etrafındakileri de yanına çekmiştir. Şehrin düşmesi, gücünün zirvesindeki bir devleti -Harezmşahlar- de en dibe çekmekle kalmamış; İslâm dünyasının karanlığa sürüklenmesine sebep olmuştur.
“Nasıl oldu bu böyle?” diye düşününce, hadisenin iç yüzünü anlamak için en başa dönmek ve şehrin düşmesine giden sürece yakından bakmak gerekiyor.
Doğu’nun Kudretlisi Harezmşahlar
Otrar, Harezmşahlar Devleti’ne tâbi valiler tarafından idare edilen bir şehirdi. Bölgeye hâkim olan Harezmşahlar, Büyük Selçuklu Devleti’nin tarih sahnesinden çekilmesinden sonra kurulan Türk devletiydi. Merkezi, günümüzdeki Özbekistan olan Harezmşahlar, kısa sürede Orta Asya’nın büyük bir bölümünü ele geçirmişti. O yıllarda Harezmşahlar tahtında Alâeddin Muhammed Harezmşah bulunuyordu.
Alâeddin Muhammed, Harezmşahlar Devleti’nin en güçlü hükümdarıydı. Saltanatının ilk yıllarında, dağılıp parçalanan İslâm dünyasını bir araya getirmeye çalıştı. Bu amaçla, Doğu Anadolu’da bulunan Saltuklular, Artuklular ve Danişmendliler gibi Türk beylikleriyle ittifak kurdu. Ayrıca, Abbasî halifesini destekledi ve onun adına hutbe okuttu.
Alâeddin Muhammed, askerî alanda da başarılı bir hükümdardı. Kısa sürede Orta Asya’nın büyük bir bölümünü ele geçirdi. Ayrıca, İran’da bulunan Gazneliler, Maverâünnehir’de bulunan Karahanlılar, Gürcistan ve Azerbaycan’da bulunan Hıristiyan krallıklarla savaştı ve bu devletleri yenilgiye uğrattı.
Muhammed Harezmşah’ın bu başarıları, onun şöhretinin Müslümanlar arasında yayılmasını sağladı. Onun zamanında Harezmşahlar, İslâm dünyasının en güçlü devleti olarak görülmeye başladı.
Harezmşahların kudretli yılları, aynı zamanda Cengiz Han’ın Moğol kabilelerini buyruğu altında toplamaya başladığı dönemdi. Harezmşahlar, Orta Asya’da, Moğollar ise Doğu Asya’da hüküm sürüyorlardı. İki devlet de sürekli olarak genişleme ve fetih peşindeydi. Hâl böyle olunca, cihana hâkim olmak isteyen iki hükümdarın savaşması kaçınılmazdı. Ama önce hasmını yakından tanımak gerekti.
Yazının tamamını Yedikıta Dergisi 184. sayısından (Aralık 2023) okuyabilirsiniz.