Milletine ve vatanına kendi menfaatleri açısından bakanlar kısa süreli kazanıyormuş gibi görünseler de gerçekte ve uzun vadede kaybedeceklerdir. Mısır’da yeniden tezahür eden bu durumla alakalı iki misal, ders ve ibret almak için anlayana yeterli olacaktır…
Bilindiği üzere Mısır ve çevresi 1517 tarihinde Yavuz Sultan Selim Han’ın zamanında Osmanlı idaresine geçmişti. Bu tarihten itibaren Mısır, Osmanlı Devleti’nin en önemli vilayetlerinden biri olmuştur. Zira taşıdığı ekonomik ve stratejik öneme paralel olarak Mısır, Mekke ve Medine’ye her bakımdan en yakın ve en önemli toprak parçasıydı. Bu sebeple Osmanlı Devleti’nin hem İslâm coğrafyası hem de Hint Okyanusu’ndaki hâkimiyetinin en önemli dayanak merkezi olmuştur.
1517’den itibaren Osmanlı Devleti Mısır’da diğer Arap topraklarındakine benzer bir sistemi benimsemişti. Yani zaten halkı Müslüman olan ahalinin sosyal, ekonomik ve hatta siyasî yönde iç nizamına hiç müdahale etmemiş, sadece bu bölgeleri idare ve gerektiğinde himaye etmiştir. Osmanlı Devleti’nin bu himaye ve idaresi sayesinde bugün Ortadoğu olarak adlandırılan ve kahir ekseriyeti Müslümanlarca meskûn olan topraklar, 16. asırda başlayan ve azgın bir şekilde tüm dünyaya yayılan Batı menşeli sömürge ve emperyalizm fırtınasından korunmuştur.
Bu zaman diliminde Osmanlı genelde merkezden ve daha çok kudretli vezirler tayin ederek Mısır’ı idare etmiş, zaman zaman da bu coğrafyadaki yerli unsurlardan güvendikleri idarecileri vali olarak tayin etmiştir.
Yazının devamını Yedikıta Dergisi Ekim (62. Sayı 2013) sayısından okuyabilirsiniz.