Devlet yapısının kurulmasında büyük hizmetleri görülen ve bu bakımdan Osmanlı Devleti’nin manevî önderlerinden olan Şeyh Edebâlî, 1326’da 125 yaşlarında iken Bilecik’te vefat etti. Osman Gazi, kendisinden üç ay önce vefat eden kayınpederi Şeyh Edebâlî ile onun arkasından vefat eden eşi Mal Hatun’u eski Bilecik şehrinin kurulduğu vadinin sırtında çevreye hâkim kayalık bir tepenin üzerinde defnetti.
Orta Asya’nın uçsuz bucaksız bozkırlarını aşıp Anadolu’nun batı uçlarındaki ova ve yaylaklara gelip yerleşen “dört yüz çadırlık bir aşiretin” kısa zamanda düzenli bir devlet ve ordu teşkilâtı ile tarihe altın harflerle yazılmasının ardındaki sır, sadece bilek ve kılıç gücünde saklı değildir. Bunun sırrı, Orta Asya’dan gelen devlet tecrübesinin İslamiyet’le birleşerek yeni bir ruh kazanması ve yeryüzünde adaleti sağlamak düşüncesinde saklıdır.
Osmanlıların bir uç beyliği olarak Söğüt civarına yerleşmesiyle ve Selçukluların da devrini tamamlamasıyla birlikte her taraftan gelen İslam âlimleri, hizmet için Osmanlı’ya katılmış ve meşru güç olarak Osmanlıları kabul etmişlerdir. Bu âlimlerin nesilden nesile intikal ettirdiği tasavvufî müesseseler; kuruluş devrinde devlet ve toplum hayatının temelini oluşturmuş, yükseliş devrinde ise dünyaya sunulan medeniyetin oluşmasında çok büyük katkılar sağlamıştır.
Osman Gazi, beyliğin başına geçtiği zaman, etrafı Şeyh Edebâlî, Şeyh Mahmûd, Ahî Şemsüddîn, Dursun Fakîh, Kâsım Karahisârî, Şeyh Muhlis Karamânî, Âşık Paşa, Elvân Çelebi gibi ilim ve irfan sahibi büyük şahsiyetler ile dolmuş ve devlet manevî bir temel üzerine bina edilmişti. Bu manevî temel, maddî temellerle daha da sağlamlaştırılmıştır. Devletin kurucusu Osman Gazi, uç beyliği olmanın avantajlarını çok iyi kullanarak uç beyliğinden uçsuz bucaksız ovalara ve denizlere açılan yolun ilk rotasını çizmiş; fethedilen yerlerin idarî taksimatını yapıp buralara subaşı, dizdar ve kadı tayin ederek, adaletle kanunlara riayeti sağlamıştır. Böylece merkezden taşraya devlet teşkilatı ve müesseseleri sistemli bir şekilde kurulmaya başlamıştır.
Yazının devamını Yedikıta Dergisi Aralık (16. Sayı 2009) sayısından okuyabilirsiniz.