Sultan Abdülhamid Han’ın, 1894-1895 yıllarında Buhârî-i Şerif’i Mısır’da bastırarak vakfetmesi, onun fazla bilinmeyen büyük hizmetlerinden biridir…


Sultan Abdülhamid Han’ın, 1894-1895 yıllarında Buhârî-i Şerif’i Mısır’da bastırarak vakfetmesi, onun fazla bilinmeyen büyük hizmetlerinden biridir…

Bir zamanlar Osmanlı gölü olan Karadeniz’in kuzey sahillerinde kurulmuş, tarihî kaynaklarda “Yarım İstanbul” diye bahsedilen güzel şehir Kefe, stratejik ehemmiyetinin yanı sıra medreseleriyle ve âlimleriyle de meşhurdu.

Klasik dönemde, “Cuma kılunur, pazar durur” yer olarak tarif edilen ve daha ziyade kendi kendini yöneten yapılarıyla ön plana çıkan Osmanlı şehirleri, her yeni gelen yüzyılla, bilhassa 19. asır ile birlikte ciddî gelişmeler yaşamıştı…

Bağdat fatihi Sultan Dördüncü Murad, Revan Seferi dönüşünde, Çerkeş menzilinde konaklamıştı. Sultanın, buranın bayındır hâle getirilmesi emri üzerine Çerkeş’te bir cami ve ona gelir sağlamak için han, hamam, dükkânlar, boyahane ve ekmek fırını inşa edildi.

Osmanlı’nın kuruluşuna bizzat tesir eden, fetihler çağında büyük zaferlerin kazanılmasında çok emeği olan, Rumeli’nin yurt edilişinde önemli roller üstlenen serhad gazilerini hatırlamayı, hatırlatmayı kendimize borç bildik ve bu ayki dosyamızı, akıncılara ayırdık…

Mazisi şan ve şeref dolu ecdadımızın kazandığı zaferler, unutulmasın diye daha sonraları mısralara dökülmüştür. Minnet ve şükranla yâd ettiğimiz yiğitlerin zaferleri, şairlerin sadırlarında sudûr etmiş; gönüllerde geçmişin özlemini hatırlatmış, ecdadının izinden gidecek nesillerin kalplerini sulayarak yeşertmiştir.

İnsanoğlu, dünyaya adım attığı ilk günden itibaren, yeryüzünün sert yapısından ve soğuğundan korunmak için ayakkabı kullanmaya başlamış. Yaşadıkları dönemde sahip oldukları üretim imkânlarına göre ayakkabı imal etmişler; bazen ağaç kabuklarını, bazen hayvan derilerini kullanmışlar. Bazısı kıvrık burunlu, bazısı sivri, bazısı da topuklu, geçmiş zaman pabuçlarına bir göz atalım…

Camiler şehri İstanbul’da keşfedilmeyi bekleyen birçok güzellik var. Birbirinden güzel ihtişamlı onlarca cami ve gökyüzüne uzanan pek çok minarelerin olduğu şehirde, nereye baksanız tarihî bir cami görürsünüz. İşte o camilerden birisi de Üsküdar Altunizade’de bulunuyor. İsmini bulunduğu semtte veren Altunizade Camii, birçok tarihî hadiseye şahitlik etmiş görülmeye değer güzellikte. Genellikle ehemmiyetini bilenlerin uğradığı tarihî yapıyı yakından tanıyalım…

Japon imparatoru, ülkesinden dönüş yolunda kaza yapan Ertuğrul gemisinde şehit düşenlere sahip çıkmış, onları kazanın yaşandığı yere defnederek hatırası yaşasın istemişti. Japonlar, talihsiz kazada yaralanan Osmanlı denizcilerini tedavi etmişler, iyileşenlerin evlerine dönmeleri için İstanbul’a kadar refakat etmişlerdi. Osmanlı sultanı, Japonların yaptığı iyiliği unutmamış, imparatora teşekkür mektubu yazmıştı…

Babayiğit bir padişahın babayiğit oğlu Yusuf İzzeddin Efendi, tahtın en yakın vârisi olarak “veliahd-ı saltanat” iken, 1916 Şubat’ında şaibeli bir şekilde vefat etmişti. Veliaht için, padişahlar gibi bir cenaze merasimi düzenlendi. Merasimin bütün detayları ise teşrifat defterine kaydedilmiş, kortejin dizilimi ve takip edeceği güzergâh, kroki ile gösterilmişti. Peki, ilk defa yayınlanan bu vesikaya göre Yusuf İzzeddin Efendi’nin cenaze merasimi nasıldı?