Kapak, Manşet

Ateş Hattında 155 Gün Edirne Müdafaası ve Şükrü Paşa

Edirne Müdafii Şükrü Paşa

Balkan Harbi esnasında, cephelerde bozgunlar yaşanırken, 400 yıllık ecdat şehirleri birer birer düşmüştü. Çağın modern silahlarıyla teçhiz edilen düşman ordularına karşı direnmek zordu. Buna rağmen teslim olmayıp direnen şehirler vardı. İşte, onlardan biri Edirne idi.
Serhat şehri Edirne, payitahtın kilidi mesabesinde olup, stratejik öneme sahipti. Ecdat şehri Edirne, Şükrü Paşa komutasında, düşmana karşı büyük bir direniş gösterdi. Dört bir yandan kuşatılan şehir, düşmanın hücumlarıyla birlikte; açlığa, soğuğa, hastalığa ve türlü mahrumiyetlere karşı mücadele verdi.
Edirne müdafaası, sadece şehir merkezinde gerçekleşen bir savunma değildi. Kuşatma, Kırcaali (Bugün Bulgaristan sınırları içinde), Hasköy (Bulgaristan), Gümülcine (Bugün Yunanistan sınırları içinde), Karaağaç ve Babaeski’yi içine alan geniş bir sahayı kapsıyordu. Şükrü Paşa ise Müstahkem Mevki Komutanı olarak Edirne Kalesi’ndeki Hıdırlık Tabyası’ndan müdafaayı idare etmiştir. Düşmanla yapılan savaşlar, 16. yüzyıldaki kale kuşatması veyahut meydan muharebesi şeklinde değil, tabyalar ve siperler üzerinde gerçekleşmiştir.
Başta Şükrü Paşa ve yiğit askerleri olmak üzere Edirne müdafaasında şehit olanların aziz ruhları, şâd olsun…

Anavatan Rumeli’nin Kaybı

Necip milletimizin altı asırlık tarihinde, büyük acılar görülmüş, çok çileler çekilmiştir. Lâkin hiçbirisi Balkan Harbi ile kıyas edilecek kadar Müslümanları derinden etkilememiştir. Ekim 1912’den Ağustos 1913’e uzanan kısa bir zaman dilimi içerisinde gerçekleşen Balkan Harbi’nde Osmanlı Devleti, Rumeli’yi, diğer bir ifadeyle “anavatanı”nı kaybetmiştir. Bu hadise, Batılı devletler için sürpriz olsa da Osmanlı için âdeta malûmun ilâmı gibiydi. Zira yaşanan mağlubiyet, hatalar silsilesinin bir neticesiydi.

93 Harbi (1877-78) sonrasında Balkanlar’daki yeni statükoyu muhafaza eden Sultan İkinci Abdülhamid Han, Osmanlı’nın kalbi Rumeli’de uzun yıllar yeni bir savaşın çıkmasına mâni olmuş, kurtlar sofrasında Düvel-i Muazzama ile mücadele ederek muhtemel toprak kayıplarının yaşanmasını engellemişti.

Ancak gel gör ki memleketi güya daha iyi yönetebileceğini (!) düşünen Jöntürkler (daha sonra İttihat Terakkî adını alacaktır), Sultan İkinci Abdülhamid Han’ı tahttan indirmek için onca zaman uğraşmışlar, nihayet bu emellerine ulaşmışlar ama Balkan faciasına giden süreci de başlatmışlardır.

1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilânı ve akabinde de Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesiyle yeni ve çok daha tehlikeli meseleler ortaya çıktı. Meşrutiyetin ilânından hemen sonra Bulgaristan bağımsızlığını ilân etmiş; Girit, Yunanistan’a katıldığını duyurmuş; Avusturya-Macaristan, Bosna-Hersek’i işgal etmişti. Dolayısıyla Sultan İkinci Abdülhamid’in yıllardır korumaya çalıştığı nizam bozulmuş, İttihat Terakkî, memleketin parçalanmasının önündeki en büyük seddi yıkmıştı. Nitekim kısa bir süre sonra, üstelik hiç beklenmedik (?) bir anda ülke, İtalya ile Trablusgarp Savaşı’nda bulmuştu kendini.

Hatalar silsilesi bununla da kalmamıştır. Balkan faciasına giden en büyük adım, Balkanlar’da gayrimüslim tebaa arasındaki anlaşmazlıkları bitiren Kiliseler Kanunu’dur. Görünüşte, Osmanlı Devleti’ni eski gücüne kavuşturmak ve devletin parçalanmasını mâni olmak (?) isteyen İttihatçılar, yürürlüğe aldıkları bu kanunla, ecdat yadigârı toprakların elimizden çıkmasını kolaylaştırmışlardır. Ülke yönetmekten bîhaber olan İttihat ve Terakkî idarecileri, bilerek ya da bilmeyerek Yunan, Sırp ve Bulgarlar arasındaki çekişmelere son verdiğinden, bu devletçiklerin Osmanlı’ya karşı birleşmelerine sebep olmuştur. Bu ittifaka Karadağ da katılmıştI.

Kapak dosyasının tamamını Yedikıta Dergisi 172. sayısından (Aralık 2022) okuyabilirsiniz.

[/vc_row]

Önceki MakaleSonraki Makale

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir