Fatih’te eski belediye binasının hemen önünde yer alan bir parkta, üst tarafına kırık görüntüsü verilen sütun şeklindeki bir abideye tesadüf edersiniz. İşte bu abide, Osmanlı’nın son yıllarında, yarım kalan bir görevin ve bu görev sırasında şehit olan üç havacının hüzünlü hatırasını yansıtır. Abidenin aynı zamanda İstanbul’dan Şam’a, oradan da Filistin’e uzanan bir hikâyesi vardır…
1914 yılı içinde üç Fransız uçağının Paris’ten Kahire’ye uçuşu, Osmanlı ülkesinde büyük alâka uyandırmıştı. İstanbul ve Kudüs üzerinden Kahire’ye ulaşmayı hedefleyen uçaklardan ikisi başarılı olurken, biri Toroslar’dan öteye gidememişti. Bu teşebbüsün halkın üzerinde bıraktığı etkiden yararlanmayı amaçlayan İttihatçılar, iki uçaktan oluşan küçük bir Osmanlı filosunun Suriye ve Filistin üzerinden Kahire’ye bir sefer yapmasını kararlaştırdılar. Ancak yeni gelişmekte olan Türk havacılığı için bu mesafe son derece riskli idi. Türk havacılığının temelleri 1911’de Trablusgarp savaşının hemen sonrasında atılmış, 1912’de Yeşilköy’de bir hava uçuş okulunun açılmasıyla da ivme kazanmıştı.
Sonuçta Yüzbaşı Fethi ve Teğmen Sadık beylerin Muavanet-i Milliye, Yüzbaşı İsmail Hakkı ile üsteğmen Nuri Beylerin de Prens Celaleddin uçağı ile bu mesafeyi kat ederek Osmanlıların semaya olan hâkimiyetlerinin ispatında mutabık kalındı. Uçulacak mesafe yaklaşık 2500 kilometreydi ki, devrin gazetelerinin verdiği malumata bakılırsa o vakte kadar Türk pilotlarının kat ettiği en uzun mesafe, Yeşilköy-Edirne arasıydı.
Yazının devamını Yedikıta Dergisi 93. sayısından (Mayıs 2016) okuyabilirsiniz.