Gümüşhane’nin sarp dağlarının ardında, derin vadilere saklanmış Kabaköy’de yer alan Ayasofya Camii, bölgenin dinî ve kültürel tarihine ışık tutan önemli bir tarihî mirastır. Yüzyıllar öncesinden günümüze kadar gelen yapının köyde oluşu, dikkat çekicidir…
Gümüşhane, Türkiye’nin doğusunda, Karadeniz’in hırçın dalgalarına komşu, yemyeşil vadilerle bezeli bir şehirdir. Etrafını saran heybetli dağlar, âdeta bu küçük ama kadim şehri kollarında saklar. Tarihin derin izlerini taşıyan bu topraklar, 1461 yılında Fatih Sultan Mehmed Han’ın Trabzon Rum İmparatorluğu’nu fethetmesiyle Osmanlı’nın kudretli sınırlarına katılmıştır.
Şehrin adı, bu topraklardaki gümüş madenlerinden gelir. Osmanlı döneminde, bölgedeki gümüş madenleri, devlet ekonomisi için stratejik öneme sahipti. Buradan çıkarılan gümüş, altın ve diğer değerli metaller, Osmanlı darphanelerinde sikke basımında kullanılıyordu.
Kabaköy ve Ayasofya Camii
Bizim anlatacağımız mevzu Gümüşhane olmamakla birlikte, ona bağlı şirin bir köyde saklı tarihî bir hazine hüviyetindeki Ayasofya Camii’dir. Gümüşhane’nin 25 km uzağında yer alan Kabaköy, tarihî dokusuyla dikkat çeker. Bu köy, Türkiye’deki dokuz Ayasofya Camii’nden birine ev sahipliği yapıyor.
Köye girişte ziyaretçileri karşılayan Ayasofya Camii, tarihin ihtişamlı dönemlerine şahitlik etmiştir. Orta Çağ’da inşa edilen ve Hagia Sophia’ya adanan bu yapı, Trabzon Rum İmparatorluğu döneminde farklı amaçlarla kullanılmıştır.
18. yüzyıla gelindiğinde, bölgedeki Türk nüfusunun artmasıyla birlikte, asırlardır sessizliğe bürünmüş olan bu kadim yapı, 1737 yılında cami olarak ihya edilir. Bu tarihten sonra Ayasofya’nın minarelerinde ezan sesleri duyulacak; kubbenin altında secde eden alınlar, bu toprakların İslâm’la şereflenişine şahitlik edecektir.
Yazının tamamını Yedikıta Dergisi 204. sayısından (Ağustos 2025) okuyabilirsiniz.