Kapak, Manşet, Portreler

Anadolu’da Bir Halk Kahramanı Seyyid Battal Gazi

Seyyid Battal Gazi

İsmi kahramanlıklarla anılan bir zattır Seyyid Battal Gazi… Hemen hemen bütün kaynaklar, “Battal” kelimesinin onun kahramanlığını belirten lakabı olduğunu aktarır. Gazi ünvanını ise Bizans’a karşı giriştiği muharebelerde gösterdiği sayısız şecaat ve kahramanlıklardan aldığında şüphe yoktur. İsmiyle müsemma bir şahsiyeti daha yakından tanıyalım…

Emevî akınlarının Bizans topraklarını hallaç pamuğu gibi attığı yılların pek çok kahramanı vardır. Ancak içlerinden birinin yıldızı çok parlar. Bu; adıyla, mücadelesiyle, sevenleriyle efsane hâline gelmiş olan ve Seyyid Battal Gazi olarak bilinen kahramandır. Bizans ile İslâm arasında süren savaşların simgelerindendir. Dımaşk (Şam) ile Kostantıniyye (İstanbul) arasındaki her karış toprakta onun izi vardır.

Anadolu’ya İlk Müslüman Akınları

Bu kahramanları, İstanbul önlerine kadar getiren sebepler zincirinin hikâyesi, Resûlüllah Efendimiz’in (s.a.v.) 628 yılında Doğu Roma İmparatoru Herakliyus başta olmak üzere dönemin devlet yöneticilerine gönderdiği İslâm’a davet mektuplarıyla başlar. Kimisi daveti kabul, kimisi reddeder. Biri dışında verilen cevaplar yalansız ve riyasızdır.

Herakliyus, mektubu getiren Dihye-i Kelbî ve arkadaşlarına (r.anhüm) güzel muamele eder, hediyelerle uğurlar. Hatta “Müslüman olmak isterim ama etrafımdakilere bunu anlatamam.” der. Fakat bilahare, Tebük’te iken imparatorun Müslüman olduğuna dair bir mektubu gelmesi üzerine ahir zaman peygamberinin fem-i saadetlerinden şu kelimeler dökülür: “İnanmayın!.. Yalan söylüyor.” Bir hadîs-i şerîfleri de şöyledir: “Kisradan sonra kisra, kayserden sonra kayser gelmeyecektir.” Bir başka hadîs-i şerîflerinde ise “Kostantıniyye (İstanbul) elbette fethedilecektir. Onu fetheden emîr (kumandan) ne güzel emirdir ve o ordu ne güzel ordudur!” buyururlar.

Elçiye güleryüz gösteren Herakliyus, müstemlekesi Ğatafan’ı kışkırtarak Müslümanlara saldırtır. Resûlüllah Efendimiz’in elçisi Hâris bin Umeyr’in ve Müslüman olan kendi valisi Ferve bin Amr’ın şehit edilmesine göz yumar. Dahası, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) irtihallerine yakın ortaya çıkan Secah, Tuleyha gibi sahte peygamberlere el altından destek verdirir. Ancak attığı her adımda batağa biraz daha saplandığını fark ettiğinde iş işten geçmiştir. Ölümünden sonra yerine geçen hiçbir hükümdara kayser, Doğu Roma’ya da imparatorluk denmez.

Müslümanlar İstanbul’u fethetmek için çalışmalara başlar. Ancak mesafe çok uzundur. Kuş uçuşu hesaplamayla bile deniz ve karadan 1500 km uzaktadır.

Aslında Müslüman Araplar için bu güzergâhlar bilinmez değildi. Cahiliye döneminden beridir, özellikle Beni Kelb kabilesine mensup tüccarlar, İstanbul’a gidip geliyorlardı. Doğu Roma’yı çok yakından bilen Dihye-i Kelbî Hazretleri bu tüccarlardan biriydi meselâ.

Selmân-ı Fârisî hazretleri Ammûriye’deki manastırdan Arabistan’a gitmek istediğinde, İstanbul’dan Şam’a giden Beni Kelb kabilesi kervanına katılmıştı. Buradan Medine’ye giderken Vadilkura’da ihanete uğramış, köle diye satılmıştı.

Fetih maksatlı keşif harekâtlarını ilk başlatan, Hazret-i Osman (r.a.) döneminde Şam Valisi olan Hazret-i Muaviye’dir (r.a.). O, donanmasının İstanbul önlerine kadar yapacağı yolculuklarda nerelerde ikmal molası verebileceklerini bile hesaplar. Ege Denizi’nde Rodos, Sisam, Midilli ve Marmara’da Kapıdağı gibi mekânlara geçici üsler kurar.

Kapak dosyasının tamamını Yedikıta Dergisi 194. sayısı (Ekim 2024) okuyabilirsiniz.

 

Önceki Makale

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir