Diğer Röportajlar, Röportajlar

Ağacı Hat ve Motif ile Buluşturan Sanat Nahhatlık

Çoğumuzun belki de ismini ilk defa duyduğu naht, ağaç oyma sanatının en yüksek seviyesiydi. Nasıl ki bir kâğıda yazı yazan hattat varsa, ahşaba hüsn-i hat nakşeden ustalar da vardı. Yaklaşık kırk yıldır nahhatlık yapan ve bu sanatın son erbaplarından Nahhat Mehmet Hamzaoğlu’ndan, nahhatlık üzerine malumatlar dinledik…

Tarihinden sanatına, tabiatından Anadolu’yu maneviyatla mayalayan sayısız güzide zatı içinde bulundurmasına kadar nice yer üstü ve yer altı güzelliklere sahiptir Kastamonu. Fakat yine de fazla bilinmez. Hatta Kastamonu’da yaşayanlar bile Kastamonu’nun maddîmanevî çoğu zenginliğinden haberdar değildir. Nedenine gelince, bunu biz de bilmiyoruz. Ama hâkim bir tepeden Kastamonu’yu seyrettiğiniz zaman “Belki de Kastamonu’nun kendisi bilinmek istemiyordur!” düşüncesine kapılabilirsiniz. Öyle ki kollarınızı açsanız, bir noktaya toplanmış Kastamonu’yu kucaklayacakmışsınız gibi gelir. Sanki içindeki manevî zevatla beraber Ilgaz Dağları’nın ardında halvete, kendi içine çekilmiş gibi, mütevazı bir çehreyle durur karşınızda.

Böyle bir şehrin sanat kokan caddelerinin birinde bulunan nohut büyüklüğündeki bir dükkâna giriyoruz. Selam anahtarıyla muhabbet faslının kapısını açıyoruz. Naht sanatı üzerine kırkıncı yılını devirmiş, yetmişine merdiven dayamış ve “Ömrüm vefa ettiği müddetçe de bu işte ter dökmeye devam edeceğim.” diyen Nahhat Mehmet Hamzaoğlu’nu dinliyoruz…

Hesabı Yapılamayan Eserler

“Nahhatlık; Arapça ‘naht’ köküne dayanır ve yaptığımız işin adıdır. Bu işi yapana da nahhat denir. Cümleyi biraz daha açarsak; nasıl ki kamış ve mürekkeple en güzel yazıyı kâğıt üzerine yazana ‘hattat’ diyorsak, en güzel yazıyı -tek tek- ahşaba oyarak işleyen sanatkâra da ‘nahhat’ diyoruz.

“Ahşap üzerine oyulan hatla kâğıt üzerine yazılan hat arasında, sadece hattın ahşaba yahut kâğıda yazılmış olması cihetinden fark yoktur. Bir fark daha vardır ki, o da naht sanatının geçmişinin çok öncelere dayanması ve çok eski yıllara uzanmasıdır.

“Mekke-i Mükerreme’de, Medine-i Münevvere’de ecdadımızın ilmek ilmek işlediği 600-700 yıllık oymalar var. Sanki o gün değil de bugün yapılmış gibi taptaze durur hepsi. Daha öncesine gidelim, Selçuklulara… Bazı yerlerde ve müzelerde Selçuklulardan günümüze ulaşmış çok sayıda ahşap hat oymalar mevcuttur. Tabiî ahşabın da çeşidi var. Uzun ömürlü olabilmesi için ceviz veya abanoz ağacı olması lazım. Bunlarda kurtlanma, güvelenme olmaz. Selçuklulardan kalan eserler, bu ağaçlardan yapılmadır. Düşünün, o günle bugün arasında, yani Selçuklularla günümüz arasında yuvarlak hesap bin yıl var. Bu eserler, bin yıl yaşamış. Hatta ilim adamları diyorlar ki, naht işinin bu örnekleri bin yıl yaşadı. Bir bin yıl daha yaşar mı? Ne kadar daha yaşar?  Hesabını yapamıyorlar. 

Her Şey Bir Kapıyı Seyretmekle Başladı

“Ben Kasaba köylüyüm. Hani Candaroğlu Mahmud Bey’in yaptırttığı meşhur Mahmud Bey Camii’nin olduğu köy! Bizim ilkokul hemen o caminin yanında idi. Şimdi orası misafirhane olmuş. Teneffüs vakti gelince çocuklar ya top oynardı ya da çelik çomak. Benim merakım bunlara değildi. Zil çalar çalmaz soluğu bu caminin cevizden yapılma muhteşem kapısının önünde alırdım. Oturur, hayran hayran kapıya bakardım. Ankaralı Nahhat Mahmud’un elinden çıkmadır kapı. Dikkatlice incelerseniz, üç boyutlu oymayı üzerinde taşıdığını görürsünüz; zemin, zeminin üzerinde çiçek, çiçeğin üzerine de yazı yazılmıştır. İşte buna üç boyutlu oyma denir. Türkiye’de demiyorum, dünyada nadir bulunur. Kapıya baktıkça içimde, ‘Bu kapıyı yapan, nasıl yapmış?’ diye bir merak oluşmaya başladı; günden güne de arttı. Bu da bu işe karşı -tabii o zamanlar nahhatlığın ne olduğunu bilmiyorum- muhabbet duymamı sağladı.

“Ara ara da sonradan ustam olacak Nahhat Mehmet Ali Usta’nın yanına gidip küçük, meraklı gözlerimle onu izlerdim. Hakikaten eski ustalar firasetli, öngörülü insanlardı. Gel zaman git zaman, bir gün yine yanına gittim. Ihlamur kaynatmış, sobanın üzerinde içilmeye hazır bekliyordu. Bir kendine bir de bana doldurdu. Ihlamurları içerken birden kolumdan tutup, ‘Bugün işe başlıyorsun.’ dedi. Sevk-i ilahî, bizlere böylece nahhat olma yolunu açıverdi.

“Allah rahmet eylesin, Mehmet Ali ustam çok iyiydi. 1950’li yıllarda bu işi canlandırmaya başlamış, onlarca talebe yetiştirmiştir. Biz de onun yanında çırak olduk, kalfa olduk ve icazetimizi aldık. Onun, ateşi körüklemesi sayesinde naht sanatı günümüzde hâlâ devam ediyor. Naht sanatına hizmeti, bize de emeği çok büyük olmuştur.

Röportajın tamamını Yedikıta Dergisi 171. sayısından (Kasım 2022) okuyabilirsiniz.

Önceki MakaleSonraki Makale

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir