İslam Tarihi

Yazıhane

ulucami

“Hakikî Adalet, Saadet, Sıhhat ve Afiyet, İslâm’dadır!”

İslâmiyet’in yayılmasının hakikî sebebini silahlı mücadeleler ve fetihlerde aramaktansa, o yüce dinin istisnasız her ferde eşit muameleyi emreden adaletli kanunlarında, insan tabiatına tamamıyla uygun olan ictimaî (sosyal) hükümlerinde ve insan hayatını ve sıhhatini korumak hususunda modern dünyanın bile nazar-ı dikkatini celb eden farzlar ve sünnet-i nebeviyenin sıhhî ve bedenî faydalarında aramalıdır…

Resûlüllah (s.a.v.) insanları hak yola davetle memur olduktan sonra, bu davete her taraftan icabet edenler oldu. Efendimiz (s.a.v.), hikmet ve marifetle dolu, saadet ve selamete ulaştıran İslâm’ı tebliğ ettiklerinde bu dini kabul edenler, birkaç kişi iken az zaman içinde sayıları milyonları buldu.

İslâm’ın böyle akıllara durgunluk verecek derecede süratle yayılması, bu dinin mucizelerinden sayıldı. Avrupa’da bu süratli yayılmayı, sırf silahla yapılan mücadelelere ve fetihlere bağlayanlar vardır. Hâlbuki bu asla doğru değildir.

Hulefâ-yı Râşidîn, İslâmiyet’i zorla kabul ettirmeye çalışmadıkları gibi, ruhbanî bir yapılanmada bulunmayı da hatırlarına getirmediler. Ve esasen yüce dinlerini, bu gibi küçüklüklerden müstağni görmüşlerdir.

Kalplerin Fethiyle Gelen Huzur

İslâm tarihine bir atf-ı nazar edilecek olursa, sadece “i’lâ-yı kelimetullah” için Kızıldeniz’den Atlas Okyanusu’na kadar Afrika’yı kuşatan İslâm gazilerinin, yerlilerin din ve mezheplerine, hukuk ve kanunlarına asla müdahalede bulunmadıkları, kimseye eza ve cefa etmedikleri görülür. Hatta İslâmiyet’in şefkatli ve adaletli kanatlarının herkesi ne derece kucakladığı, gazilerin Endülüs’te gösterdikleri muameleyle sabittir ki hâlâ Avrupa tarihlerinde takdir ve övgüyle yâd olunur.

İslâmiyet, Asya’ya dahi girmek için ne fazla barut harcamış ne de ruhbaniyet kisvesine bürünmüştür. Hıristiyanların yaymaya çalıştığı “teslis” gibi akıl ve mantığa ters inançlar, dinsiz ve putperest kavimler üzerinde tesir etmemiştir. Hâliyle Çin’de dinlerini yaymaya çalışan Katolik ve Protestan misyonerlerine rağmen, fütuhat devrinden bir hayli zaman sonra yirmi milyon insan, Müslüman olmuştur…

İslâm meşalesi, Hind topraklarına dahi iki suretle dâhil olmuştur. Birincisi Hazret-i Osman (r.a.), diğeri de Gazneliler devrine denk gelir. Hindu din adamları, kadınları, ölen kocalarıyla beraber diri diri yaktırmak gibi insaniyet dışı birtakım âdetleri uygulatırlardı. Gazneli Mahmud’un, bu gibi fikirlerin yayıldığı Hindu tapınaklarını camiye çevirmesi üzerine halk memnun kalmış, can u gönülden Müslüman olmuşlardır.

Afrika’da, İspanya’da, Portekiz’de olsun fark etmez, İslâm’ı kabul etmek istemeyenler zorlanmadı. Çünkü İslâm fatihleri, bütün hareketlerinde Kur’ân-ı Kerîm’in hükümlerine ve her türlü icraatlarında şer’-i şerîfe sıkı sıkıya bağlıydılar. İşte bu sayede cihanın büyük bir kısmını ve gönülleri fethederek emniyet ve refah sağladılar. O vakte kadar huzur ve adalet, ilim ve marifetten nasipsiz olan halk, ancak Müslüman olarak hakikî saadete ereceklerini görüp kendiliklerinden İslâm’ı kabul ettiler.

İnsanın yaratılışında Allahü Teâlâ’nın birliğine kanaat, doğruluk ve adaletle muameleye teslimiyet, güzel ahlâk ve âdâb-ı muâşerete bağlılık, toplumun menfaatiyle beraber şahsî menfaate de düşkünlük ve ebedî ruhaniyete mazhariyet gibi bir istidat mevcuttur. Bu istidat, vicdanın aradığı en doğru yolu telkin eden Kur’ân-ı Kerîm’in hükümleri ile birleşince akıl kuvveti, derhal Allah’ın birliğine kanaat getiriyor. Hakikî adaletin ancak İslâmiyet’te olduğunu teslim ediyor. Bu yüce dinin ahlâkî faziletlerine ve güzel hasletlerine hayran oluyor. İnanç birliği gibi kuvvetli bir rabıta (bağ) ile toplu hâlde namaz kılan ve yekdiğeri için huzur-ı İlâhî’de dua eden bir toplulukla beraber olmaya can atıyor. Bu suretle dünya ve ahiret saadetine erişeceğinden katiyen emin. Gerçek manasıyla hidayete mazhar olduktan sonra vicdanî bir arzuyla iman dairesine dâhil oluyor.

Avrupa’yı Kendine Hayran Bıraktıran İslâm

Son zamanlarda da İngilizler gibi en müşkülpesent bir kavmi bile kendine hayran bırakarak Liverpool’da bir İslâm topluluğunun teşekkülüne vesile olmuştur. Mevcut ilmî/bilimsel ve hikemî/felsefî gelişmelerin esasına vâkıf olan Anglo-Sakson kavminin birer birer Allah’ın birliğini kabul ederek habl-i metin olan İslâm’a (İslâm sağlam ipine) yapışmaları, Avrupalı ahlâk ve tıp âlimleri nazarında Hıristiyanlığın, insanın sıhhat ve saadetine ve ictimaî (sosyal) terakkiyi temine kâfi olmadığını ispat etmiştir.

Müslüman memleketlere seyahat eden kalem erbabının sathî (yüzeysel) değerlendirmelerini bir kenara bırakırsak, bizzat derin dinî araştırmalarda bulunan müsteşrikler dahi, bu hakikati teslimde hemfikirdirler.

Mesela meşhur müsteşrik Jan Goeje, Ortaçağ’da Katolik papazlarının ve bugün bazı Avrupalıların, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve getirdiği din aleyhinde besledikleri fikirlerin tamamen bâtıl olduğunu söyler. Asırlarca devam eden bu yanlış fikirlerin, Müslüman Araplar karşısında mahv u perişan olan devletlerin, uğradıkları mağlubiyetlerin tesiriyle attıkları iftiraların yadigârı olduğunu kesin delillerle ispat eder. Üstelik Fahr-i Âlem sallallahü aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretleri’nin üstün ahlâkını büyük bir tazim ve hürmetle yâd eder.

Goeje, diğer bir eserinde İslâmiyet’in; insan sağlığı ve hayatını daima bir tabiîlik içinde bulunduran sıhhî hükümlerini, insan ilişkileri nokta-i nazarından en güzel numune olan ahlâkî emirlerini ve İslâmî hükümlere çok geniş bir çerçevede el uzatan toplumsal kaidelerini birer birer sayıp izah eder. Sonra, insanlığı her cihetten saadet ve selamete sevk eden, her türlü medenî hukuktan nasipdar olmasını sağlayan İslâmiyet’in, bütün dinlerin ve medeniyetlerin önünde gelmeye layık sıhhî, ahlâkî ve ictimaî bir şeriat ve mükemmel bir medeniyet olduğunu gayet parlak bir lisan ile ispat eyler.

Kaynak: Hekimbaşızâde Doktor Muhyiddin, Sıhhat ve Hayat-ı İslâm, Dersaadet 1325.

MAYIS SAYIMIZIN TAMAMINI BURADAN OKUYABİLİRSİNİZ

Önceki MakaleSonraki Makale

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir