“İki kuvvetli elin boğazımı sıktığını hissediyordum. Bu iki el beni hem boğuyor, hem de denizin derinliklerine sürüklüyordu. Boğazımı sıkan bu iki kuvvetli eli görür gibi oldum. Çadırımın içinde sanki bir hayalet vardı. Fakat yüzü karanlıkta seçilemiyordu.” (Ian Hamilton, Gelibolu Günlüğü)
Osmanlı Devleti’nin bir oldubittiyle sokulduğu Birinci Dünya Savaşı, adeta Osmanlı-Dünya savaşına dönüşmüş, buna rağmen bütün güçleriyle ezmeye çalıştıkları bu milletin evladı Çanakkale’de destanlar yazmıştır.
Birinci Dünya Savaşı’nda en önemli çarpışmaların olduğu cephe Çanakkale cephesi idi. Osmanlı Devleti’nin fiilen savaşa girmesi üzerine, karargâhı Tekirdağ’da bulunan 3. kolordu kumandanlığının 9. fırkası (tümeni) Çanakkale cephesinde görevlendirilmişti.
İtilaf devletleri boğaza gelip dayanmış ve ilk düşman taarruzu 19 Şubat 1915’te olmuştu. Diğer cephelerde bozguna uğrayan Osmanlı ordusu Çanakkale’de büyük bir direniş göstermişti. Öyle ki Müttefik orduları Başkumandanı General Hamilton aylar sonra bu muazzam direniş karşısında:
“İnsan ruhunu yenmek mümkün olmuyor. Dünyada hiçbir ordu bu kadar uzun süre ayakta kalamaz. Aylardan beri gece gündüz savaş gemilerimiz mevzilerini bombalıyor. Son derece hırpalanmış Türkleri, onları koruyan Allâh’larından ayırmak için başka ne yapılabilir!” demekten kendini alamamıştı.
İtilaf kuvvetleri, dokuz aya yakın bir zaman devam eden Çanakkale savaşları sonunda 20 Aralık 1915’te geri çekilmek ve boğazı terk etmek mecburiyetinde kaldılar.
Osmanlı ordusu, elinde gerekli cephane ve erzak olmamasına rağmen dünyanın en güçlü ve en büyük donanmasını hezimete uğratmıştı. Çanakkale muharebeleri, Osmanlı askerinin direnme gücünün, fedakarlık ruhunun, en önemlisi iman, vatan ve millet sevgisinin âbideleşen bir timsali olmuştur.
Yazının devamını Yedikıta Dergisi Aralık (16. Sayı 2009) sayısından okuyabilirsiniz.