“Haiz olduğum hilafet-i kübrâ münasebetiyle, hepinizin de pederi bulunduğum, rahat ve huzurunuza herhangi bir zarar ve noksanlık gelmemesi için uykumu, rahatımı ve nefsime hoş gelen şeylerin tamamını terk ettiğim teslim olunan hakikatlerdendir.”
Milliyetçilik akımı, cümlenin malumudur ki, Fransız İhtilali’ni müteakip 19. asır Avrupa’sında baş gösterdi. Önce hükümetteki aristokrasiye karşı girişilen mücadele ardından toplumun kendisini, kendi millî benliğini savunmak şeklinde tezahür etti. Bu saldırgan, yıkıcı ve ayrıştıran hareketin özellikle o dönemde Balkanlar’da derin tesirleri oldu. Zira Osmanlı’nın taht-ı idaresindeki bölge hem ırkî, hem de dinî anlamda birbirinden farklı kimliklerin ortak hayat sahasıydı. Balkanlarda ihtilal ateşi onlarca yıl hiç sönmedi; için için yanıp durdu. Bir zamanlar Osmanlı idaresi altında bulunan Yunanistan, sonra Sırbistan, Karadağ, Romanya, Bulgaristan derken nihayet 1912’de Osmanlı’ya sadakatiyle ve şecaatiyle nam salan Arnavutluk koptu merkezden.Rusların ve düvel-i muazzama sıfatıyla anılan Avrupalı büyük güçlerin bu kopuşta bizzat müdahil olduklarını inkâr kâbil değil. Az önce son olarak Osmanlı’dan ayrıldığını söylediğimiz Arnavutluk ve Arnavutlardan bahsetmek arzusundayız bu yazımızda. Evet, 1878 yılında 93 Harbi’ni kaybeden Devlet-i Aliyye’ye Rusların dayattığı Ayastefanos Antlaşması, Osmanlılar için oldukça ağır şartları hâizdi. Rusya’nın dayatmasıyla Osmanlılar, kendisinden ayrılan Sırbistan, Karadağ ve Romanya’nın bağımsızlığını kabul etmeye zorlandı. Bulgaristan özerk bir prenslik statüsü elde etti. Bir manada Ruslar Panslavizm ideallerini büyük ölçüde gerçekleştirmişlerdi.
Yazının devamını Yedikıta Dergisi Mayıs (45. Sayı 2012) sayısından okuyabilirsiniz.