ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’nin de içinde bulunduğu bazı ülkelere “Marshall Yardımı” adıyla bir müdahale programı olmuştur. Savaşa katılmadığı halde, katılanlar kadar ekonomik sıkıntı içinde bulunan Türk halkının sıkıntılarının giderilmesi için yapılan bu “yardım”ın aslında nasıl bir siyasi, ekonomik ve teknolojik tuzak olduğu ortadadır. Esasen “devletler arasında dostluk yok, çıkarlar vardır…” sözü elbette burada da geçerlidir. Nitekim Avrupalı kralların yardım istemesi ile ilgili Osmanlı padişahlarının “bugün para alan, yarın emir alır!” vecizeleri bilinmektedir. Ancak ecdadımızın müdahalesi ile bir ülke halkının sıkıntılarının arttığı görülmemiştir…
ABD ve Sovyetler Birliği, İkinci Dünya Savaşı’nda müttefik iken savaşın bitmesiyle iki kutup lideri hâline geldi. Bölge ülkeleri NATO ve Varşova Paktı üyeleri olarak taksim edildi. Diğer ülkeleri kontrol altında tutmak için herbiri diğerinin ne büyük düşman olduğu propagandasına sarıldı. Bu zaman zarfında Stalin’in Kars ve Ardahan’ı istediği, boğazlarda üs kurmayı talep ettiği haberleri üzerine Türkiye, NATO’ya katıldı. Esasen Yalta ve Postdam zirvelerinden sonra Moskova’nın ABD’ye olan güvensizliği tırmanmış, en azından resmî beyanatlar bu yönde olmuştu. İlginçtir ki bu ifadeler, tehditler, “dehşet dengesi” olarak soğuk savaş dönemi boyunca sürmüş, her fırsatta gerginlikler tırmanmıştır. Genellikle tartışmalı ülkelerde yıllarca savaşlar, katliamlar sürmüş, ancak ABD-Sovyetler veya NATO-Varşova Paktı savaşı görülmemiştir. Bu dönemde Washington yönetimi, özellikle Avrupa ülkelerinin Rus kontrolü altına girmemesi için yardım programı olarak “Marshall Planı”nı hazırlamıştır. Bu program çerçevesinde, hedef ülkeler üzerindeki siyasî kontrol ve denetimini kurumsallaştırmıştır. Marshall Yardımı incelenirken, bu süreçte Türkiye’nin ekonomik, siyasî, hatta ziraî çıkarlarının nasıl tahrip edildiği, “Oryantalist” çalışmalarda görülmez. Çünkü “sömürgeciliğin keşif kolu olan Oryantalizm”, hedef ülkenin en az maliyetle nasıl sömürüleceğine dair fikrî altyapı oluşturmaya odaklanmıştır. Sömürgeci ülkenin çıkarları, “bilimsel araştırma” veya “tarihî inceleme” adıyla bilinçaltına yerleştirilir. Netice itibariyle ABD bu plan çerçevesinde, 1948-1951 arasında meselâ Avusturya’ya 468 milyon dolar, Yunanistan’a 376 milyon dolar, Almanya’ya 1.448 milyon dolar aktarırken Türkiye’ye 137 milyon dolar yardım etmiştir. Ancak burada belirtilmesi gereken husus şudur ki söz konusu yardım, “Bu parayı al, ihtiyacını karşıla!” şeklinde değildir. Bilâkis, görünüşte ekonomik sıkıntıları gidermek için yapılan yardım, gerçekte ülkelerin üretimini, teknolojisini, savunmasını çok daha kötüye götürmüştür. Uçak icat edildikten kısa bir müddet sonra bazı ülkeler savaş uçağı filosu oluşturdular. Osmanlı, bu alanda da ilk üç-beş ülkeden biridir. Bununla da kalmayıp Kadıköy’de bir kereste atölyesinde başlayan çeşitli tarzda uçak imalatı teknolojisi ile uçak ihracatı bile yapmışız. Ancak ABD ile yardım programları ile iç politik hesaplar birleşince uçak fabrikamız kapattırılmıştır. Bize çok daha iyi uçak ve gemi verecekleri söylenirken nice savunma sektörümüz yok edilmiştir. ABD-Türkiye ilişkilerinde ABD’nin en büyük iyiliği olarak Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası Türkiye’ye uyguladığı silah ambargosunu sayarım. Çünkü bu ambargo neticesinde Osmanlı’dan kalan silah fabrikalarımızı kapattığımızı hatırlamışız ve bunları yeniden kurabileceğimize inanmışız.
Astarı Yüzünü Geçti
ABD, Marshall Planı çerçevesinde bize birçok askerî malzemeyi bedava vermiştir. Ancak bunların bakım ve sarf malzemesini ödemekle yükümlü olmuşuz. Bir müddet sonra, bakım masrafları dikkate alındığında bu silahları parayla almaktan daha ağır fatura ödemek zorunda kaldığımızı fark etmişiz; ancak o zamana kadar da hazine boşalmış. Nitekim “Devletler niçin dış yardım yaparlar?” başlığı altında kitaplarda “ekonomik kazanç beklentisi” ve “alan ülkenin iç veya dış politikasını kendi amaçları doğrultusunda değiştirme” maddeleri sayılır. Bu program çerçevesinde Türkiye’ye aynı zamanda kredi açıldı, % 2,5 faizle borç para verildi. Yıllarca ancak faiz ödenebildi. Ve bir de bakıldı ki geçen süre zarfında ödenen faizler, alınan yardımı geçmiş ve ortada üretim de kalmamış… Marshall Yardımı çerçevesinde en ilginç uygulama ise ABD’nin mısır üreticilerini korumak için köylüsünün satamadığı mısırı Türkiye’ye göndermesidir. Yani Washington yönetimi, Türkiye’ye şu kadar milyon dolar yardım adı altında parayı kendi çiftçisine verdi, bize de gemilerle mısır geldi. Doğrusu bir devletin, çiftçisini korumasına imreniyorum. Ülkemizde bazen fındık, bazen kayısı, hatta soğan üreticisinin hâlini düşünürüm. 50 kiloluk soğan çuvalını 10 lira karşılığında sırtlayıp kamyona taşımazsınız. Ancak çiftçi bunu ekmiş, çapalamış, gübrelemiş, toplamış ve karşılığında belki de tohum maliyetini karşılamayan bir para almış. Kanaatimce üreticisinin problemini düşünen, onları üretmeye teşvik eden bir yönetim çok daha başarılıdır.
Türkü Bile Sipariş Edilmiş!
En sağlıklı gıdalardan olan, âyet-i kerîme ve hadis-i şeriflerde geçen zeytinyağının kalp hastalıklarına sebep olduğu, bunun yerine mısırözü yağı kullanılmasının gerekli olduğu yalanını yayan ABD güdümündeki araştırmalar veya yayınlar yüzünden Türkiye’de zeytinciliğe büyük darbe vuruldu. Bir hesaba göre Marshall Yardımı sonrasında 2,5 milyon zeytin ağacı kesildi. Bu arada halkı bilinçaltından yönlendirmek üzere türküler yazdırıldı, bestelendi. ABD büyükelçiliğince ücret karşılığı yazdırılan “Zeytinyağlı yiyemem” ile başlayan sömürge zehirinde ise nimete nankörlük yanında, karşısındakini hor ve hakir görme fesatlıkları satır aralarına sıkıştırılmıştı. Böylece zeytinyağı hakir görülürken, aile içindeki sadakat ve vefa da hedef alınıyordu. Zeytinyağının zararlı (!) bir gıda olarak fakir, cahil insanların yiyeceği olduğu yalanı yayıldı. Türkiye, bu konuda oyuna getirildiğini yaklaşık çeyrek asır sonra anlayabildi. Marshall Planı çerçevesinde yardımı organize etmek, bir adım sonra hedef ülkelerde denetim kurumları oluşturmak üzere Ekonomik İşbirliği ve Gelişme Örgütü (OECD) kuruldu. Bu teşkilâtın kuruluş sözleşmesinde ise temel hedeflerden biri olarak “dünya ticaretinin büyümesine ayrım yapmadan katkıda bulunacak politikalar geliştirmek” sayılır. İlk bakışta makul bir gerekçe ve faydalı bir örgüt… Ancak üretiminiz varsa dünya ticaretinin artmasından kârlı çıkarsınız. Eğer üretim yetersizse her geçen gün, dün aranır ve gittikçe fakirleşmek, nihayet ekonomik bakımdan diğer ülkenin sömürgesi hâline gelmek kaçınılmazdır. Bugün artık Marshall Yardımı tehlikesi fiilen yok. Esasen ilgili herkes, bu oyunun anlamının farkına varmıştır diye düşünüyoruz. Ancak 30-40 yıl önce “Türkiye, gıda üretimi bakımından kendine yeten 7 ülkeden biridir…” bilgisini de hatırlıyoruz. Günümüze bakınca buğdayı Rusya’dan, bakliyatı Yemen’den ve Cezayir’den, et ürünlerini Avrupa’dan ve Amerika’dan alıyoruz. Öte yandan daha birkaç yıl önce Dünya Bankası’nın kredisi ile fındık ağaçlarımız söktürüldü. Tarım alanları boş kalırken her yıl bir üretici grubunun, maliyetini karşılayamadığını, bankadan aldığı tohum, ziraî ilaç kredisi borcu yüzünden tarlasına haciz geldiğini duyuyoruz. Ve merak ediyoruz; henüz farkına varmadığımız yeni bir plan mı uygulanıyor?
Plan mı Film mi?
Bir propaganda aracı olarak sinema filmleri, 2. Dünya Savaşı öncesinde kullanılmaya başlansa da özellikle savaş sırasında ve sonrasında psikolojik bir silah olarak kendine daha fazla yer buldu. Marshall Planı dâhilinde de ekonomik yardım programlarının yanı sıra, planın propagandasını yapmak üzere büyük kaynaklar ayrılmış ve bu amaçla çok sayıda içerik -1948 ve 1953 yılları arasında, İktisadî İşbirliği İdaresi ve devamı niteliğindeki Ortak Güvenlik Ajansı tarafından 200’ün üzerinde film- üretilmiştir. Marshall Planı propagandasının en önemli araçlarından biri konumundaki bu filmler, bir yandan planın Avrupa halklarına tanıtılması görevini üstlenirken; üretkenlik, çok yönlü ticaret ve işçi sendikaları gibi plan için kilit değer taşıyan konular üzerinde durmuştur. Ayrıca doğrudan Komünizm karşıtı Soğuk Savaş propagandası da filmlerin muhtevaları arasındadır. Öte yandan Marshall Planı filmlerinin diğer bir fonksiyonu da katılımcı ülke halklarının ABD ve Amerikan hayat tarzı üzerine düşüncelerini şekillendirmek ve Amerikan değerlerinin benimsenmesini teşvik etmek olmuştur. Âdeta Avrupa, Amerika’nın bakış açısıyla yeniden inşa edilmek istenmiştir. Bu minvalde, uluslararası gösterim için hazırlanan filmlerin yanında sadece Türkiye için hazırlanan filmler de mevcuttur.