Selçuklu Devleti, tarih sahnesine çıktığı andan itibaren yalnızca askerî ve siyasî başarılarıyla değil, aynı zamanda derin maneviyatı ile de dikkat çekmiştir. Devletin kurucuları ve sultanları, halkın yalnızca maddî refahını sağlamaya odaklanmamış; aynı zamanda tasavvuf ehli, âlimler ve mutasavvıflarla kurdukları güçlü bağlar sayesinde toplumun manevî yönünü de ihmal etmemişlerdir.
Tasavvuf ehlinin nasihat ve dualarına duyulan derin saygı, Selçuklu yönetiminin yalnızca bir geleneği değil, aynı zamanda adalet ve hikmetle şekillenen yönetim anlayışının temel taşını oluşturmuştur. Bu manevî bağ, Selçuklu sultanlarının halkın gönlünde taht kurmasına ve yönetimlerini yalnızca güce değil, aynı zamanda manevî değerlerle beslenen bir adalet anlayışına dayandırmasına imkân sağlamıştır.
Selçukluların tasavvufta takip ettikleri yol, Ehl-i Sünnet esaslarına dayalı olan ve asırlardır süregelen Nakşî silsilesinin yolu olmuştur. Bu silsile, Selçuklu toplumunun manevî dünyasında derin tesirler bırakmış, sultanların yönetim anlayışına ve halkın hayatına rehberlik etmiştir. Nakşî tarikinin sadelik, samimiyet ve ahlâkî değerleri önceleyen prensipleri, Selçuklu idaresinin adalet ve hikmetle yoğrulmuş yönetim ilkeleriyle uyum içinde olmuştur. Bu durum, Selçuklu Devleti’nin toplum yapısının güçlenmesine önemli katkılar sağlamakla kalmamış, Müslümanları bid‘atten uzak tutmakta mühim bir rol oynamıştır…
Selçuklu’nun Manevî Temelleri
Selçuklu sultanları, âlim ve mutasavvıflara büyük değerler vermiş, onların vaaz ve nasihatlerini dinlemeyi, kendilerine önemli bir görev olarak addetmişlerdir. Sultanların tasavvuf ehli ile münasebetleri, henüz devletin kuruluş aşamasında, onların dualarına ve öğütlerine başvurulmasıyla başlamıştır. Büyük Selçuklu Devleti’nin temelleri atılırken, özellikle Horasan ve Nîşâbur bölgesindeki âlim ve şeyhler, önemli roller üstlenmişlerdir. Sultanlar, mutasavvıflarla yakınlık kurarak onların manevî desteklerini sağlamışlardır. Âlim ve mutasavvıflar da halk ile devlet arasında köprü görevi üstlenerek huzurun ve düzenin sağlanmasında, kritik rol oynamışlardır. Selçuklu sultanları, âlim ve mutasavvıflara gösterdikleri hürmet sebebiyle halkın gönlünde de taht kurmuşlardır.
Nizâmülmülk, Siyasetname adlı eserinde, hükümdarın gücünü ve başarılarını “Hz. Allah’ın bir lütfu” olarak görür. Hükümdarın iyi bir yönetim sergileyebilmesi için “doğru ve sahih bir itikada (Ehl-i Sünnet) sahip olması” gerektiğini ifade eder. Bu, hem manevî bir sorumluluk hem de halkın gönlünü kazanarak devleti güçlü tutmanın en güzel yoludur. Dolayısıyla Nizâmülmülk’ün perspektifinde, ilim ehline verilen değer, aynı zamanda hükümdarın meşruiyetini ve otoritesini pekiştiren en önemli unsurdur.
Tuğrul ve Çağrı Beyler
Tuğrul ve Çağrı Beyler, devletin temellerini atarken dönemin önde gelen mutasavvıflarından Fadlullah İbn-i Ahmed bin Muhammed bin İbrahim el-Meyhenî’yi, dergâhına giderek ziyaret etmişlerdir. Devrin kaynaklarında ziyaret etraflıca anlatılmıştır. İbn-i Münevver, bu ziyareti eserinde şöyle nakleder:
“İki kardeş, selam vererek şeyhin elini öpüp huzurunda durdular. Şeyh, bir süre başını öne eğdi, sonra kaldırdı ve Çağrı’ya hitaben, ‘Biz Horasan mülkünü sana vermiş bulunuyoruz, Irak mülkünü de Tuğrul’a! dedi. İki kardeş, şeyhe saygılarını sunduktan sonra oradan ayrıldılar.”
Kapak yazısının tamamını Yedikıta Dergisi 199. sayısından (Mart 2025) okuyabilirsiniz.