Tuğraların ve kitâbelerin kazınmasına dair kanun Haziran 1927’de Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girer. Yeni idare, Osmanlı’dan kalma kitâbe ve tuğraların resmî daireler ve mektepler üzerinden kaldırılmasını istemektedir. Tabii, harflerden önce zihniyetler zaten tamamen değişmiş olduğundan birtakım haddini bilmezler ya düşmanlıkla yahut birilerine şirin görünmek için olsa gerek ellerine çekiç alıp, işe koyulurlar. Vakıf eseriymiş, camiymiş, medreseymiş fark etmez onlar için; sadece Osmanlı’yı hatırlatması yetmektedir. Neyse ki, arasıra da olsa hamiyetli kişiler çıkar da buna bir dur der, kaleme sarılır ve devrin yetkili mercilerine dilekçeler, mektuplar yazar. Başta vesikalar ve adeta bir âmâ gibi ortada kalakalmış kitâbesiz, tuğrasız çeşmeler ve binaların şahitliğiyle, Prof. Dr. Semavi Eyice’nin anlattıkları ve Doç. Dr. Süleyman Berk’in yazısıyla “sahip çıkamadığımız miras”ın kısa hikâyesi…
Osmanlıca kitâbelerin kazınmasına dair kanun hakkında en hafifinden, “kraldan çok kralcı” tabiriyle anlatılabilecek bir durum mevzubahis. Eğer kendilerine başka bir emir verilmemişse, kanunun uygulanması tamamen idarî âmirlerin tasallutuna bırakılmış. Aydın(!) zihinler, koyu bir taassupla çatısı altına sığındıkları binaların ruhunu söküp almışlar. Hadiselerin şahitlerinden, Prof. Dr. Semavi Eyice’yi dinleyelim…
1927’de çıkarılan, kitâbelerin kazınması ile ilgili kanun ve uygulamalar hakkında neler hatırlıyorsunuz hocam?
Bu kanuna göre bütün resmî devâir (daireler) üzerindeki Osmanlı tuğra ve kitâbeleri kazınacak veya üzerleri kapatılacaktı. O zamana kadar bu tuğralar ve kitâbeler, bütün devlet dairelerinde bulunuyordu. Onların birçoğunu kazıdılar, birçoğunu kırdılar, söktüler, basamak taşı yaptılar; böyle envâi türlüsü vardır. Bunların bir kısmını, deniz subaylığından emekli bir zât (Osman Öndeş) “Vurun Osmanlı’ya” isimli kitabında yayınladı. Bazılarını çimentoyla kapamışlar, onları bazı müesseselerin başındaki âmirler açtılar. Mesela Arkeoloji Müzesi’nin binalarında tuğra ve kitâbe vardı, onları açtılar. İstanbul Üniversitesi’nin ana kapısındaki tuğra daha iki sene önce açıldı. Osman Öndeş bunları yazdı. Ama hepsini de yazabilmiş değildir. Bazı çeşmelerin, camilerin üzerindeki kitâbeler feci surette tahrip edilmiştir.
Kanunda yeri olmadığı halde kanunun sınırlarını aşan uygulamalar da çok, değil mi?
Efendim şöyle, kanun şu şekilde: Resmî devâir üzerindeki tuğra ve kitâbelerin üzerleri kapatılacaktır. Tahrip edilecektir demiyor. Eğer bu kitâbe veya tuğranın kapatılması binanın esasına zarar verecek gibiyse veya tarihî bir değeri varsa mahallî bir meclis tarafından bu hususta karar verilecek. Böyle birtakım maddeler daha var. Bu maddeler pek dikkate alınmadı.
Mesela Sultanahmet’te Sultan Mahmud zamanından kalma Cevrî Kalfa Sıbyan Mektebi vardır, şimdi Türk Edebiyatı Vakfı kullanıyor, bu bina diğerleri gibi sıradan değil, mermer kaplı, güzel ve canlı bir binadır. Onun uzunca manzum bir kitâbesi vardır. Görevliler onu takır tukur kırmaya başlıyor, yazıları satır satır siliyorlar. Benim bildiğime göre müzeler genel müdürü Halil Edhem Bey oradan geçiyormuş, o aynı zamanda İstanbul milletvekili idi. “Evladım sen ne yapıyorsun?” diyor. Eleman da: “Müdür bey emir verdi, kitâbeyi kazıyorum.” diyor. Kabartma olduğu için harfler kolay kırılıyor. Edhem Bey kızıyor: “Çabuk aşağı in! O tarihî eserdir, kırılmaz.” diyerek adamı indiriyor. Şimdi gitseniz görürsünüz. Sağdaki kitâbenin ilk 3-4 satırı kırılmıştır, gerisi duruyordur. Bunu ben bir yerde yazmıştım, sonra birisi itiraz etti. Halil Edhem Bey değil de Üsküdar’dan bir beyefendi buna engel olmuş diye. O devirde Üsküdar’dan bir beyefendinin buna engel olacak gücü olduğunu sanmıyorum.
Yazının devamını Yedikıta Dergisi 102. sayısından (Şubat 2017) okuyabilirsiniz.
Kazıyın Osmanlıyı demek… Valla ben zaten bu Cumhuriyete hiç alışamadım gitti.