Eksik uzuvların vazifesini bir nebze de olsa görecek şekilde o uzvun yerine takılan bir alet olan protezin tarihî gelişimi de hayli ilginçtir… Osmanlı’da protezle alakalı ilk çalışmalar bizzat Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın talimatıyla olmuştur…
‘Define Adası’ adlı kitabı okuyanlar bu romandaki kahramanlardan biri olan deniz korsanını hemen hatırlayacaklardır. Bu korsanın bandajlı bir gözü, ucu çengelli takma bir kolu ve ahşap bir takma ayağı bulunmaktadır. İşte o romanda geçen korsanın kullandığı takma ayak ve kola bugün tıp literatüründe ‘protez’ adı verilmektedir. Protez kelimesi Osmanlı devrinde kullanılmakla beraber ‘suni uzuv’ ya da ‘suni el-ayak’ ifadeleri daha çok tercih edilmiştir.Bir şekilde eksik olan ya da kangren ve benzeri sebeplerle vücudun geri kalanının sağlığını korumak için kesilen uzuvların vazifesini bir nebze de olsa görecek şekilde o uzvun yerine takılan bir alet olan protezin tarihî gelişimi de hayli ilginçtir.
Protezin ve ampütasyonun (cerrahi operasyonla bir uzvun kesilmesi) tarihçesi, tıbbın gelişimine paraleldir. İnsanoğlunun beden ve ruh sağlığını tamamlama ihtiyacıyla ortaya çıkan protezin tespit edilen en eski delili, Smithsonian Enstitüsü’nde bulunan, dişlerinin şekil ve sıralaması gibi uzuvlarının da eksik olduğu anlaşılan bir kafatasıdır. Diğer bir delilse, İspanya ve Fransa’da sakat bir elin baskısını gösteren mağara resimlerinde bulunmuştur. Antik bir Hint şiiri olan Rig-Veda’da, ilk yazılı protez kaydı bulunduğu söylenmektedir. M.Ö. 3500 ve 1800 yılları arasında Sanskritçe yazılan bir eserde, bacağını savaşta kaybeden ve onun yerine demir bir protez koyarak tekrar savaşa dönen bir savaşçının da hikayesi anlatılmaktadır.
Yazının devamını Yedikıta Dergisi Temmuz (35. Sayı 2011) sayısından okuyabilirsiniz.