Geçen sene bu zamanlar sınırlarımızın ötesinde gönül coğrafyamızın müstesna duraklarından birinde; Gürcistan’ın Acara bölgesindeydik. Oradaki Müslümanlarla Kurban Bayramı heyecanını yaşadık, hasbihal ettik. Gelin bu yazımızın satır aralarında Batum’un geçmişine uzanırken sizler de onların bayram sevincine ortak olun…
Şehrin merkezinden başlayarak köyleri ve yaylalarını geze geze doyamadığımız Batum’da birçok kişiyle sohbet etme imkânı bulduk. Bunlardan bazılarını röportaj hâlinde sizler için derledik.
AVTANDİL KAHADZE
Biraz kendinizden bahseder misiniz? Gürcistan’ın neresindensiniz? Sovyet zamanında doğmuşsunuz. O zamandan kalma hatıralarınız var mı?
Batum’un, Khulo ilçesinin Tabahmela köyündenim. 1964 yılında dünyaya geldim. Evet birçok şey hâlâ aklımda. Komünist zamanı denince aklıma ilk olarak komünistlerin okullara gelip çocukların sünnet olup olmadıklarını kontrol etmeleri geliyor. Dinimizi çok kapalı yaşamak zorundaydık. Öğrenmeye çalışanı yakalayıp götürüyorlardı. Sonra bir daha haber alınamıyordu. Kurbanlarımızı toplu hâlde kesemiyorduk. Ancak ahırlarda, kapalı yerlerde kesmek zorundaydık. Aklıma ilk gelenler bunlar.
Okula giderken Hıristiyanlarla veya Komünistlerle neler yaşadınız?
Ben liseyi Samtrediya ilçesinde okudum. Okulun yüzde 30’u Müslümandı. Okulda bana ve benim gibi Müslüman olanlara “Tatar” diye seslenirlerdi. Bizi böyle aşağılamaya çalışıyorlardı. Ama ne olursa olsun dinimizi kaybetmedik. Şimdi şükür ki çoluk çocuk hepimiz Müslümanız ve Müslüman kaldık.
Yaptığımız röportajın bir bölümünü buradan izleyebilirsiniz
Türkiye hakkında ne düşünüyorsunuz. Hatıralarınız varsa bahseder misiniz?
Gürcistan bağımsızlığını ilân ettikten kısa bir süre sonra Sovyetlerin işgaline uğradı. Sonra malum sınırlar çekildi. O sırada buradan Türkiye’ye göçler oldu. Bizim akrabalarımızın bir kısmı Türkiye’de hâlâ. Türkler onları korudular.
Kendilerinden saydılar. İşte böyle bir zamanda biz Sovyet zamanında dinî kitapların tamamı yakıldığından Kur’ân-ı Kerîm bulamazdık. Ama dedemizden ninemizden kısa namaz surelerini öğrenirdik. Gece yatmadan önce ninni gibi fısıldarlardı kulağımıza. Ama Türkiye’den kaçak olarak bize hep Kur’ân-ı Kerîm gelirdi. Hatırlıyorum, o zamanlar en değerli hediye Kur’ân-ı Kerîm’di. Çünkü var olanların çoğu ya sandıklarda çürümüş olanlardı ya da meydanlarda yakılanlardan en az zarar görenler toplanırdı. Neden? Çünkü yasaktı. Türkiye bize bu konuda çok yardım etti. Hâlâ buradan Türkiye’ye çay için, fındık için çalışmaya gidenler var. Daha ne diyebilirim ki? Allah razı olsun.
Röportajın devamını Yedikıta Dergisi 143. sayısından (Temmuz 2020) okuyabilirsiniz.
Merhabalar.
Selamün Aleyküm
Bir zamanlar adının anılması güç işleri yerinde, yaşayanlardan birebir dinleyerek bizlere aksettiren bu genç kalemleri tebrik ediyorum. Çalışmalarında başarılar diliyorum. Dergimize yöneticilerine, editörleri ve çalışanlarına da teşekkürler. Zeki Nas