1914 Nisanında İstanbullular garip bir hadiseye şahit oldu. Beyazıt semalarından süzülerek gelen bir tayyare, halkın heyecan ve korku dolu bakışları altında, meydandaki Harbiye Nezareti (günümüzde İstanbul Üniversitesi) önüne iniverdi. Günlerce konuşulan bu hadisenin perde arkasında ise bambaşka bir plan vardı…
Vilâyât-ı Şarkiyye, Osmanlı’da Doğu vilayetleri için kullanılan bir tabirdir. O zamanlar Van, Bitlis, Harput, Diyarbakır, Trabzon, Erzurum ve Sivas vilayetlerini içine alan bu bölgede günümüzde otuz kadar şehir bulunmaktadır. Rusya, tarihî emellerine ulaşabilmek için eskiden beri bu bölgede, Ermenileri bahane ederek Batı denetiminde bir ıslahat yapılmasını istemekteydi. Nitekim 93 Harbi’nden sonra Ayastefanos ve Berlin Antlaşmaları’nda (1878) buna dair maddeler yer almıştı. Ancak İkinci Abdülhamid Han, böyle bir ıslahat programının Doğu’nun elden gitmesi demek olduğunu bildiğinden, hiçbir zaman buna izin vermedi ve bu maddeler yürürlüğe girmedi.
Ancak 1914 senesinin Şubat ayında iktidardaki İttihat ve Terakki hükümeti, Avrupa devletlerinin baskısına dayanamadı ve devrin sadrazamı Sait Halim Paşa, İstanbul Yeniköy’de Ruslarla bir antlaşma imzaladı. Ruslar sonunda gayelerine ulaşmıştı. Bu antlaşma sayesinde Ermenileri bahane ederek Doğu vilayetlerindeki ıslahatları denetleyecek ve Osmanlı’nın iç işlerine rahatça karışabileceklerdi. Buna göre Van, Bitlis, Harput ve Diyarbakır bölgesine Norveçli Binbaşı Nicholas Hoff; Trabzon, Erzurum ve Sivas bölgesine de Hollandalı Doğu Hindistan sömürgeleri memurlarından Westenenk umumî müfettiş olarak tayin edildi. Müfettişler, Osmanlı Devleti’nden maaş olarak 400’er altın alacak, mesul oldukları vilayetlerde kendilerine ikametgâh tahsis edilecek, kendi memleketlerinden yaverlerle çalışacaklar ve gerekli gördükleri takdirde idarî amirleri görevlerinden azledebileceklerdi.
Konuşacak Başka Mevzu Yok mu?
Birkaç ay sonra Birinci Dünya Harbi patlak verdi ve proje akim kaldı. Ancak Tasvir-i Efkâr, Tercüman-ı Hakikat, Tanin, İkdam, Peyam-ı Sabah gibi devrin gazetelerinde bu mevzu sürekli tartışılıyordu. Basını sürekli meşgul eden hadise, bir kişiyi çok sinirlendirmişti: Harbiye Nazırı Enver Paşa.
Enver Paşa, halkın dikkatinin başka konulara çekilmesini istiyordu. Çevresine söylediği şey hep aynıydı: “Halka, konuşacağı mevzu vermeliyiz!” Gazetecilere de: “Yahu başka konu bulun. Temcit pilavı gibi hep aynı şeyleri yazıyorsunuz!” diyerek sürekli telkinde bulunuyordu. İşte tam da bu zamanda Yeşilköy Tayyare Mektebi hocalarından Mehmed Ali Bey’in Beyazıt Meydanı’na uçakla inmesi, Enver Paşa’ya birkaç günlüğüne de olsa nefes alma fırsatı verdi.
Böyle bir denemenin yapılması fikri, aslında Enver Paşa’dan çıkmıştı. Harbiye Nazırı, makam odasının penceresinden Beyazıt Meydanı’na bakarken, “Buraya tayyare inemez mi?”dedi ve bu soru, Yeşilköy Tayyare Mektebi’nde yankı buldu. Enver Paşa’nın emir subayı ve aynı zamanda arkadaşı olan Pilot Üsteğmen Mehmed Ali Bey’e durumu izah etti. Bunu kendini ispatlamak için bir fırsat olarak gören genç subay, uçuş için hazırlıklara başladı.
Yazının devamını Yedikıta Dergisi 123. sayısından (Kasım 2018) okuyabilirsiniz.
Kültür Tarihi, Manşet, Osmanlı Tarihi, Yakın Tarih
Beyazıt’a Uçak İner mi?
Önceki MakaleOsmanlı Devleti’nin Ehl-i Sünnet Hassasiyeti