Eğitim Tarihi, Kültür Tarihi, Manşet, Osmanlı Tarihi

Osmanlı’da Çocuk Olmak

Çocuk, her devirde ailenin en mühim ferdi. Zira ebeveynler yemez yedirir, giymez giydirir. Bu yaklaşım, aynı zamanda geleceğin teminatı olarak görülen çocuğa ne derece kıymet verildiğinin de göstergesidir. Peki, doğumundan meslek sahibi oluncaya dek bir Osmanlı çocuğu nasıl yetişirdi? Hakkında uzun uzadıya kitaplar yazılması gereken bu hususu, sizler için hulasa ettik. Burada anlatılanlar, Osmanlı toplumunun tamamı için geçerli değil şüphesiz. Ancak genel olarak bir Osmanlı çocuğunun hayatı, ana hatlarıyla bu şekildeydi…
Biz onlara, mâziden kalan bir minyatürün renk cümbüşleri arasında, bir gravürün çizgilerinde yahut birkaç yüz yıllık siyah beyaz fotoğraf karelerinden birinde rastlıyoruz şimdilerde. Tarihe kaydedildikleri o köşeden usulca bakıyorlar bizlere. Kâh gülümsüyorlar, kâh masumane bakışlarla etrafı süzüyorlar. Kimi bir şehzade, kimi bir paşa oğlu, kimiyse sıradan bir Osmanlı… Atası, babası kim olursa olsun ve üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin, çocuk her zaman çocuk. Onlar bir ailenin, Osmanlı ailesinin en küçük ama belki de en önemli ferdi. Zira onlar, geleceğin teminatı.
Osmanlı’da çocuklar kıymetliydi. Korunur ve kollanır, ömürleri bereketli ve mübarek olsun diye nice dualar okunur, hatimler indirilir, kurbanlar kesilir, sadakalar dağıtılırdı. Zira başta veba olmak üzere devrin meşhur hastalıkları sebebiyle küçük yaşta çocuk ölümlerinin sayısının fazla olduğu yıllarda hüküm sürmüştü Osmanlı. Kışlar uzun ve çetin geçerdi, ulaşım ve iletişim imkânları kısıtlıydı. Tıbbi imkânlar, bütün dünyada olduğu gibi bazı meşhur bulaşıcı hastalıklar karşısında yetersiz kalıyordu. Nitekim henüz yarım asır evvel dahi nicemizin amcası veya dayısı, halası ya da teyzesi emekleme çağına bile gelemeden Hakk’ın rahmetine kavuşmadılar mı?..
İlk Nefes
Osmanlı ailesinde bir çocuk dünyaya geldiğinde önce güzelce yıkanır, vücudunun bazı bölgeleri tuzlanır, sonra durulanarak kurulanır ve kundaklanırdı. Tuzlanan bebeklerin bazı hastalıklardan muhafaza olunduğuna ve ilerleyen yaşlarda vücutlarının kötü kokmayacağına inanılırdı. Bazen de bebek kundaklandıktan sonra göğüs hizasına Ayetü’l-Kürsî yazılı bir muska asılır ve bu muska sürekli çocuğun üzerinde bulundurulurdu.
Bebeğin ve annenin sağlıklı olduğu pederine, büyük pederine ve büyük validesine haber verilirdi. İçeriye alınan baba, Cenab-ı Hakk’a şükreder, bebeğin annesine hayır dualar eder ve besmeleyle bebeğini kucağına alırdı.
İsim Koyma
Farklı uygulamalar olsa da, hadîs-i şerîflerde geçtiği üzere dünyaya gelişinin yedinci günü bebeğin ismini koymak, saçını tıraş ettirip (mümkünse) kesilen saçının ağırlığınca altın veya gümüş tasadduk etmek ve akika kurbanını kestirmek, âdettendi. Çocuğun büyük pederi varsa o, yoksa da babası abdestli olarak odaya girer, diz üstü otururdu. Çocuk kundağa sarılı bir şekilde kendisine verilir, o da besmele çekerek çocuğu dizinin üstüne yatırırdı. Allah’a şükrettikten ve Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) salât ü selâm okuduktan sonra çocuğun sağ kulağına önce Ezan-ı Muhammedî okuyarak koyacağı ismi üç kez söyler, daha sonra yine çocuğun kulağına üç kez Kelime-i Şehadet getirirdi. Böylece isim koyma merasimi son bulurdu. Burada anneye çeşitli hediyeler vermek de yine âdetti. Kız yahut erkek çocuklar, pederlerinin ismi ile anılır, toplum içinde öyle bilinirdi. Ahmet bin Kemal yahut Zeynep binti Faruk şeklinde…
Yazının devamını Yedikıta Dergisi 123. sayısından (Kasım 2018) okuyabilirsiniz.

Önceki MakaleSonraki Makale

1 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir