Saltanat lağvedilmiş, Sultan Vahdeddin türlü iftiralar ve dedikodularla en ağır ithamlar karşısında bırakılmıştı. Bunu yapanlar, evladı olarak gördüğü kendi tebaasıydı. Evlatlarına karşı mücadeleye girmek istemeyen sultan, “hicret”i tercih etti. Aslında meçhule giden bir yolculuktu bu. Bir durağı da, Hicaz’ın sayfiye mahalli Taif oldu. Osmanlı’nın son sultanı, bu kadim şehirdeki bir Osmanlı yapısı olan Şubra Köşkü’nde ağırlanacaktı…
Taif, Mekke-i Mükerreme’nin yaylasıdır ama ismi geçince bizim aklımıza evvela serin havası ve suları gelmez onun. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) çektiği sıkıntılar depreşir önce zihnimizde. Sonra âlemlerin efendisinin Taifliler hakkındaki hüsn-i niyetiyle teselli buluruz.
Şehri gezerken beynimizi başka bir hadise kemirmeye başlamıştır. Bu sefer daha yakın tarihlere geliriz. Osmanlı’nın son sultanı ve son halifesi Sultan Vahdeddin’in vatanından çıkmak zorunda bırakılması ve rahmet peygamberine hicretini hatırlarız. Fakat biliyoruz ki bu mukaddes topraklarda ona yine rahat verilmemiştir. Üstelik hacca niyet etmişken o da nasip olmaz.
Şimdi Yedikıta Dergisi olarak onun Taif’te ikamet ettiği Şubra Köşkü’nün önündeyiz. Payitahttan uzak ama bir o kadar İstanbulludur Şubra. Sultan Vahdeddin bu köşkte 17 gün kalmış. Artık ondan bir iz, bir işaret bulamasak da sanki sultanın, “Bunca mihen frkate hem ten ü cân dayanmaz” dediğini duyar gibi oluyoruz…
Yazının devamını Yedikıta Dergisi 105. sayısından (Mayıs 2017) okuyabilirsiniz.