Selçuklular hakkında yazılan bir eserde, Selçuklu sultanlarının İmâm-ı Âzam Hazretleri’ne olan sevgisi şöyle tarif edilmiştir:
“…Selçuk oğullarından gelen sultanlar, Ebû Hanîfe Ashabından olan âlimleri o kadar himaye etmişlerdir ki, onların sevgilerinin izleri, genç-ihtiyar herkesin gönlünde yerleşmiştir…”
Gerçekten de Selçuklu sultanları Hanefîliğe intisap etmişler, o yolda gitmeye gayret göstermişlerdi…
Selçuklular İslâmiyet’le, Samanî Devleti’nin idaresi altındayken, Hanefî bir âlim vesilesiyle tanışmışlardı. Samanîler, Ehl-i Sünnet bir devletti. İtikatta Maturidî, amelde Hanefî mezhebine mensup idiler. Selçuklular da onların yolundan giderek İslâm’la müşerref olduktan sonra, Hanefî mezhebine tabi oldular. Selçuklular itikaden Ehl-i Sünnet, fıkhen Hanefî mezhebine mensuptular artık.
Hanefîlik, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe Rahimehullah Hazretleri’nin talebeleri vasıtasıyla Irak, İran, Horasan ve Mâverâünnehir bölgesinde yayılmış, Türkler arasında hızlıca kabul görmüştü.
Hanefî mezhebinin samimi mensupları olan Selçuklu sultanları, mezhebin güçlenmesi ve yayılması için her türlü desteği sağlamışlardı. Devletin resmî mezhebi konumunda olan Hanefîlik, sultan ve devlet adamları tarafından himaye edilen Ehl-i Sünnet mezheplerin başında gelmişti.
Yazımızın sonunda söyleyeceğimizi hemen başta ifade edelim. Selçuklu sultanlarının Hanefîlik mezhebini tercih ederek hamiliğini yapmış olmaları sebebiyle, diğer hak mezheplerden yüz çevirdikleri zannedilmesin. Selçuklular, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat mensuplarına ve dört hak mezhebe; başta Hanefîlik ve Şâfiîlik olmak üzere Hanbelî ve Malikîlere sahip çıkmış, onları da daima koruyup kollamışlardır. Bunun en güzel örneği, Şâfiî mezhebi müntesibi Vezir Nizâmülmülk’tür. Sultan Alp Arslan ve Melikşah, Hanefî olmasına rağmen Nizâmülmülk, pek çok Şâfiî medreseleri açtırmış; başta müderrisler olmak üzere değişik devlet dairelerindeki önemli mevkilere de kendi mezhebinin mensuplarını tayin ettirmiştir. Selçuklu sultanları, sadece Şâfiîlerin değil, diğer hak mezheplerin müntesiplerinin de başta Bağdat olmak üzere Selçuklu topraklarının farklı yerlerinde medreseler açmalarına müsaade etmişlerdir. Burada anlatmak istediğimiz, devletin işleyişinde referans aldığı Hanefîlik yoludur. Yoksa birinin diğerine üstünlüğü değildir. Sultanların Hanefîliğe olan destekleri, diğer hak mezhepleri gölgeleyecek boyutta değildir.
Ebû Hanîfe Sevgisi
Selçuklu sultanlarının Ehl-i Sünnet ve Hanefîlik yolunu tercih etmeleri, devrin kaynaklarına yansımıştı. Sadrüddin el-Hüseynî, Selçuklu dönemini kaleme aldığı Ahbâru’d-Devleti’s-Selçukiyye eserinde, Selçuk Bey’in “Hanefîlik mezhebine girmek saadetiyle mesut olduğunu” ifade eder.
Yine Büyük Selçuklu Devleti’nin kuruluşundan uzun bir süre sonra, Râhatu’s-Sudûr ve Âyetü’s-Sürûr adlı eserini kaleme alan Ravendî, Selçukluların Hanefî olmalarına, Ebû Hanîfe Hazretleri hakkında anlatılan menkıbevî tarzda bir hikâye ile yaklaşır. Ravendî, eserinde “Ebû Hanîfe’nin mezhebinin muhafızı ve devamlılığının temin edicisi Türkler olacaktır.” der.
Yazının tamamını Yedikıta Dergisi 196. sayısı (Aralık 2024) okuyabilirsiniz.