İhtida eden Doktor Panayota, Eyüp Sabri ismini almış ve kısa bir süre sonra da namaz esnasında vefat etmişti. Geriye ikisi kız ikisi erkek dört evlat bıraktı. Yaşça büyük olan kızları, “Parça parça olsak yine Müslüman’ız!” diyerek Hıristiyan annelerinin velayetine girmeyi reddettiler. Bu, Azize ve Şefika’nın hikâyesi…
Osmanlı Devleti’nde, İslâm hukukunun bir gereği olarak, İslâm ile müşerref olan kişinin çocukları da doğal olarak Müslüman kabul edilmekteydi. Ancak Tanzimat sonrasında aile içi tek taraflı ihtida vakalarında, mühtedinin vefatı üzerine mahkemeye intikal eden davalarda gayrimüslim aile mensuplarına yabancı konsolosluklar vasıtasıyla müdahale, meseleyi devletlerarası soruna dönüştürmüştür. Bu tarz durumlarda çocukların yaşları, anne babadan hangisine bağlı oldukları ve ihtida konusundaki kararları, hepsi birden ele alınarak bir sonuca varılmıştır.
Tabip Panayota Mavraki Efendi’nin ve kızlarının hikâyesi, bu konuda güzel bir misal olarak karşımıza çıktı. Tabip Panayota, gördüğü birtakım usulsüzlüklere tepki göstererek ihtida eder ve Eyüp Sabri ismini alır. Kısa bir süre sonra ise Eyüp Sabri Efendi, Cami-i Kebir’de cemaatle namazını kılarken vefat eder.
Tabip Eyüp Sabri Efendi’nin zevcesi, Diyarbakırlı Dimitrizade kerimesi Mariya’dan henüz büluğa varmayan 9 yaşlarında Azize ve 7 yaşlarında Şefika ile 4 yaşlarında Abdülkerim ve 2 yaşlarında Eyüp olmak üzere dört evladı vardır. Mühtedinin vefatından sonra çocukların kime ve hangi dine tabi olacağı hususu gündeme gelince kız çocukları; “Biz pederimizle beraber camiye gitmeye alışmış ve İslâmiyet’e intisap etmişizdir. Yaşımızın da buna müsait olmasından Hıristiyan anamıza teslim olunmayarak örf ve âdet üzere vasilerimiz nezdinde güzel güzel yaşamak ve mektebe gidip talim etmekteyiz.” diyerek taraflarını belirtirler.
Azize ve Şefika’nın bu ifadeleri, Rum Patrikliğini harekete geçirir. Kilise, çocukların buluğ çağına kadar annelerinin yanında kalmaları gerektiğini dile getirmektedir. Ancak Diyarbakır Mahkemesi’nden gelen cevap, çocukların Müslüman olan babalarına bağlı oldukları doğrultusundadır. Mahkemede kız çocukları; dini telkin çağına geldiklerini ifade ederek analarından alınıp Azize’ye Başkâtip Abdülkadir Efendi ve Şefika’ya da Kâtip Şükrü Efendi’nin vasi tayin edildiğini beyan ederler. İkinci kez çıkarıldıkları mahkemede ise kızlar kendilerini: “Biz hem babamızın Müslüman olmasına göre ve hem de ihtiyarımızla (seçimimizle) Müslümanız. Parça parça olsak yine İslâm’ız. Hıristiyan olmak ihtimali olmadığı gibi Hıristiyan anamızın yanına gitmek dahi mümkün değildir. Cenab-ı Hak ömr ve şevket-i şahaneyi müzdad buyursun (ziyadeleştirsin)… Bizim gibi hem pederimize tebean ve hem de ihtiyaren bir Müslümanı cebren Hıristiyan etmeye veyahut bir Hıristiyan karısına teslim eylemeye hiçbir vicdan fail olamaz.” şeklinde savundular. Mahkeme de kız çocuklarının belirli bir yaşa gelmiş olduğunu görerek onların beyanına göre karar verdi.
Diyarbakır Mahkemesi, vefat öncesinde kız çocuklarının neden babada olduğuna da yoğunlaştı. Tabip Eyüp Sabri’nin ihtidasından eşinin haberinin olup olmadığını, varsa bunun üzerine talak gerçekleşip gerçekleşmediğini araştırmaya koyuldu. Çünkü mahkeme, kız çocuklarının neden babanın, erkek çocuklarının neden annenin yanında olduğuna kafa yordu. Nihayet, Eyüp Sabri Efendi’nin Mariya’ya talak vermediğini ve kızlardan ikisini hakk-ı hizânesine aldığını öğrendi.
Kapak yazısının tamamını Yedikıta Dergisi 189. sayısından (Mayıs 2024) okuyabilirsiniz.