Selçuklulardan miras dinî ve kültürel temeller üzerinde yükselen Osmanlı Devleti, nev’i şahsına münhasır bir anlayışla, kısa sürede cihan devleti hâline geldi ve onlarca yabancı unsuru, İslâmiyet’in kuşatıcı idaresinde yaşatmasını bildi. Bunda, temel prensiplerinden biri “itidal” olan Ehl-i Sünnet itikadının muhafazası ve devamının rolü büyüktür…
Osmanlı Devleti, tarihte kurulan büyük ve muhteşem cihan devletlerinin en önde gelenidir. Emsallerine nazaran, uzunca bir hükümranlık devresi geçirmiş olan Osmanlı Devleti, bu durumunu sağlam temeller üzerine binâ edip, kemâl mertebesine ulaştırdığı müesseselerine borçlu görünmektedir.
Osmanlı, bu durumu ile sadece siyasî bir organizasyonun adı olmanın ötesinde bir kültür, medeniyet ve kimliğin de temsilcisi olmuştur. Osmanlılar aynı zamanda; Orta Çağ’da tarih sahnesine çıkmış, Yeni Çağ’da bölgesel güç olmanın ötesinde bir dünya gücü hâline gelmiş, Yakın Çağ’lar boyunca âdeta yedi düvele karşı tek başına mücadele etmiş bir cihan devletidir. Olaya başka bir zaviyeden yaklaşacak olursak; Asya’da ortaya çıkmış, kısa sürede Balkanlar’a ve Avrupa’nın içlerine kadar ilerlemiş, Afrika’nın muhtelif yerlerinde asırlarca hüküm sürmüş bir devlettir.
Elbette bu siyasî yapısının yanında Osmanlı Devleti’nin mekân sınırlarının dinî bir boyutu da vardır. Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim, 1516 yılında Mısır üzerine sefere çıkarak Halep, Şam, Beyrut ve Kahire ile birlikte İslâm’ın iki mukaddes mekânı Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’yi de sınırlarına kattı. Bu fetih sonrası “Hâkimü’l-Haremeyn” olmak yerine “Hâdimü’l-Haremeyn” olmayı tercih etti. Bu sayede Osmanlı Devleti, İslâm dünyasının en itibarlı ve güçlü devleti hâline geldi.
Şah İsmail’in yenilip İran içlerine çekilmesi, Memlûk Devleti’nin de tamamen ortadan kalkması ile Osmanlı sultanları yalnızca sultan olmanın ötesinde halife-i rûy-i zemin olarak İslâm dünyasında tek merkez hâline gelmiş oldular. Bu durum kendini, uygulamada da gösterecektir. Çünkü Hindistan’daki Gücerat ve Kalküta sultanları, Osmanlı Devleti’nden Portekizlilere karşı yardım isteyeceklerdir. Portekizliler, Hint Denizi’ne geldikleri zaman burada onlara karşı koyabilecek bir güç yoktu. Osmanlıların hem mukaddes toprakları tehdit eden Portekizlileri engellemek hem de buradaki Müslümanlara yardım etmek için bu coğrafyaya gelmesiyle, Osmanlı idaresi Aden ve Yemen’den Hindistan’a kadar uzanmış oldu.
Yazının devamını Yedikıta Dergisi 123. sayısından (Kasım 2018) okuyabilirsiniz.
İslam Tarihi, Manşet, Osmanlı Tarihi
Osmanlı Devleti’nin Ehl-i Sünnet Hassasiyeti
Önceki Makaleİşgal İstanbul’undan İnsan Manzaraları
Ecdadımıza hürmet ve muhabbet beslemek ,dualarimizda zikretmek boynumuzun borcu olsa gerek…