Bir İslâm şehri hangi temeller üzerinde yükseliyordu ve mimarîsi nasıl şekilleniyordu? Bu temellerin dayandığı esaslar nelerdi? Halife Mansur’un, Bağdat’ı inşa ettirirken ustaları, faziletli ve dürüst kimselerden seçtiğini biliyor muydunuz? Peki şehirlerin de bir ruhu olabilir mi? Medeniyetimizin hafızası şehre dair doyurucu bir dosya sizleri bekliyor…
İslâm Şehrinin Esasları
Gerçek manada bir İslâm şehri; medeniyetin, ilmin, ahlâkın ve refahın merkezidir. Bu yönüyle İslâmiyet, şehre ve şehir hayatına bir ruh kazandırır. Bu ruh, şehrin sokaklarına da sakinlerine de sirayet eder. Asr-ı Saadet’ten Hulefâ-yi Râşidîn dönemine, Endülüs’ten Kuzey Afrika Murâbıtlarına İslâm şehirciliğinin esasları ve dayandığı temeller, şehre bakışınızı değiştirecek…
İnsanların bir arada yaşama ihtiyaçları sebebiyle ortaya çıkmış olan şehirleşme kavramı, her toplumun ihtiyaç ve kültürüne göre şekillenmiştir. Eski çağlarda daha çok birlikte yaşama ve mübadele merkezi olan şehirler, korunma ve savunma amaçlı inşa edilmiş iptidaî yapılar topluluğuydu. İslâm medeniyeti ise şehir hayatına bir ruh kazandırmış olmakla birlikte çoğu müellifin ittifak ettiği şekliyle mabetler, şehrin kalbi mesabesindeydi. Şehrin tüm hengâmesine rağmen huşunun ve ilmî müzakerelerin eksik olmadığı tek yer, mescidlerdi. Dolayısıyla İslâm şehirciliği de temelini bu anlayış üzerine şekillendirmiştir.
İslâm dini, cemaat hâlinde ibadeti teşvik etmiş ve cemaat kültürünü bütün yerleşik ve göçebe toplumlara aşılamıştır. Cuma ve bayram namazları başta olmak üzere vakit namazlarının cemaatle kılınması, Müslümanları köy, kasaba ve şehir gibi yerleşimlerde ikâmete özendirmiştir. Bu durum üretici bir toplum meydana getirmiştir.
Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) gerek Ashab-ı Suffe’ye kalacak yer, gerek toplu ibadet için mescid, gerekse bir arada yaşamanın gereği olan müesseselerin inşası işine önem vermiş ve şehrin imarıyla yakından alâkadar olmuştur.
Ashabına, yerleşim yerlerinin hiçbir şekilde yağmalanmamasını telkin eden Kâinatın Efendisi (s.a.v.), yerleşik hayatın yani medeniyetin gereği olan tarımı, ağaç dikimini, müessese inşasını ve imar faaliyetlerini teşvik etmiştir. Bu sebeple Mekke-i Mükerreme’den Bağdat’a, Şam’dan Kurtuba’ya, Buhara’dan Semerkant’a, Edirne’den Bursa’ya, Merv’den Kaşgar’a pek çok şehrin inşasında, Müslüman mimarların ve mühendislerin imzası vardır. Gerek Emevî ve Abbasî hanedanları gerekse diğer Müslüman hanedanlar, dünya tarihine pek çok yeni şehir kazandırmışlardır.
İslâmiyet’in medenî hayatı teşvik etmesi, şehirlerin estetik zevklere uygun inşa edilmesine de beraberinde getirmişti. İçinde şehirle alakalı olarak, “emîn belde” ifadesi yer alan âyet-i kerîmeler, İslâm şehirciliğinin temel kaynaklarından olmuş ve Müslüman toplumlara has şehirlerin inşasına temel teşkil etmiştir.
Kapak dosyasının tamamını Yedikıta Dergisi 168. sayısından (Ağustos 2022) okuyabilirsiniz.