Süleymaniye Camii’nin gölgesinde, Mimar Sinan’ın kabrinde soluklanırken; Fatih’teki Mimar Sinan Mescidi’nin minaresini seyre daldığımda aynı duygu hâsıl oldu bende… Temaşa ettiğim bu iki eser, heybetli yapıların mimarından mütevazı bir veda; kibirle büyüklük gösterme gayretine Koca Sinan’dan sessiz bir sedâ…
Süleymaniye Külliyesi’ni her ziyaretim, aynı hissi ama hep farklı bir hazz-ı derunu yaşatır bana. Aynı hissiyat, verdiği huzurdan olsa gerek. Ayrı hazların sebebini ise bünyesindeki çeşitliliklere yorarım. Caminin içi ayrı güzel, dışı farklı ihtişamdadır. Fil ayaklarına varıp, taşıdıkları muhteşem kubbeye hayranlıkla bakar, nakış nakış işlemeli, sanatlı mermerden mihrap ve minberin detaylarında kaybolurum. Dışarıda da birçok zenginlik bekler. Sükûnet sinmiş hazirede, sanatlı ve çeşit çeşit ebatlı mezar taşları zarafetleriyle, âdeta bir şeyler fısıldar size. Yapının bânîsi Kanuni Sultan Süleyman Han’ı ve hanımı Hürrem Sultan’ı ziyaret de ayrı bir heyecan katar ziyaretçilerine. Hâsılı Muhteşem Süleyman’ın muhteşem hayır eseri, muhteşem bir tad bırakır insanda.
Külliyenin köşesinde kendi deyimi ile bir “fakirin” mezarı vardır. Ziyaretçiler pek bilmez, çok da ziyarete gelen olmaz hâliyle. O kişi, Süleymaniye’nin ve daha nice şehrin siluetine damga vurmuş yapıların mimarı Koca Sinan’dır. Bereketli ömrüne yüzlerce eser sığdırmış mimarın türbesi, eserlerine nispetle mütevazı, ismine nispetle oldukça küçüktür. Mimar Sinan’ı Koca Sinan yapan da biraz da bu kendine has mütevazı hâlidir. En heybetli eserlerinde bile bir sükûnet, kibirden uzak sade hâli bulmak mümkündür.
Padişahlar, paşalar, hanım sultanlar için şehirleri ilmek ilmek işleyen mimarımız, kendi adına da bir hayır eser yaptırmıştı elbet. Türbesine veda edip bu yazının vesilesi Mimar Sinan Mescidi’ne yol alalım…
Yazının tamamını Yedikıta Dergisi 190. sayısı (Haziran 2024) okuyabilirsiniz.