Milâdın 15, Hicretin 8. asrında İslam âlemini çevreleyen işgal hareketleri pek çok kültür merkezinin yakılıp yıkılmasına sebep olmuştu. Fakat, İslam coğrafyasındaki en büyük kıyıma maruz kalan bölge ise şüphesiz Endülüs olacaktı. 1400’lü yılların sonuna gelindiğinde İspanya topraklarında Müslümanlara karşı yapılan katliamlar, tarihin ibret sayfalarında büyük bir insanlık suçu olarak durmaktadır…
Tarihte eşi benzeri yaşanmamış bir facia olarak, Endülüs-İslam medeniyetinin çöküşü ve Hıristiyan İspanya krallarının zaferleri artık kan ve gözyaşından başka hiçbir şeyi ifade etmiyor…
Kardeşliğin yok olduğu, haset ve kin duygularının zirveye ulaştığı Endülüs’te artık hiç kimsenin düşmandan merhamet beklemeye hakkı yoktu. Endülüs Emevî hanedanlığının çöküşünden sonra Müslümanlara kol kanat geren Murâbıt ve Muvahhidler’in de Hıristiyanlara karşı duramaması, Müslümanları son Endülüs kalesi Gırnata’ya hapsetmişti. Birlik duygusundan yoksun olarak kendi kardeşinin kanını Endülüs toprağına döken Müslümanlar, küçük hesaplar, kıskançlıklar içinde birbirlerini yiyip bitirmişler, bundan faydalanan Hıristiyanlar, o muhteşem medeniyetin büyük eserleri olan kütüphaneleri, medreseleri, sarayları ve yuvaları hiç acımadan yok etmişlerdir. Kuzeyden güneye işgal edilen her bir Müslüman şehrinde kitaplar ve insanlar yakılacak bir odun gibi dehşet verici ateşler içerisinde korkunç bir kıyımda katledildiler. Târık b. Ziyâd’ın, Musa b. Nusayr’ın, Abdurrahman el- Gafıkî’nin eşsiz ülkesi Endülüs artık yıkılmış, toz duman olmuş ve virane olmuştur. Bu yazımızdaki en büyük arzumuz, yakılıp yıkılan hanelerin ateşler içerisinde kalmış enkazı altında kelime-i şahadet getirerek can veren Müslümanların kan ve gözyaşı dolu hikâyesini onların sözleriyle sizlere anlatmaktır…
Yazının devamını Yedikıta Dergisi 52. sayısından (Aralık 2012) okuyabilirsiniz.