Büyük Selçuklu Devleti’nin tarih sahnesine çıktığı devirde Sünnî Abbasî hilafeti, Şiî Büveyhî ve Fatimîlerin baskısı altındaydı. Hilafet merkezi Bağdat işgale uğramış, kurtarıcısını bekliyordu. Hem Abbasîleri hem de İslâm âlemini bu zor durumdan, bozkırın taze hükümdarı Tuğrul Bey kurtaracaktı…
İslâm tarihi boyunca zaman zaman Müslümanların kâhir ekseriyetinin takip ettiği Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve Ashabı’nın yolu olan Ehl-i Sünnet caddesinden ayrılan birtakım fitneci fırkalar çıkmıştır. Sahih itikadın dışında kalan sapık yolların savunucularının ortak özelliği, dini kullanarak taraftar toplamak, iktidar ve para gibi maddî menfaat elde etmek uğruna masum insanların kanını dökmek olmuştur.
Bununla birlikte bu tür teşebbüslere karşı her devirde Hz. Allah’ın emir ve nehiylerini insanlara tebliğ edip, İslâm dinini bozuk görüşlerden muhafaza için gayret eden bir topluluk, her daim mevcut olmuştur.
Ehl-i Sünnet muhafızı topluluklardan bir tanesi de şüphesiz Orta Çağ İslâm tarihine damga vurmuş olan Selçuklu hanedanıydı. Başta Kudüs olmak üzere mukaddes toprakları Hıristiyanlara ezdirmemek adına Haçlılara göğüs germeleri ve İslâm dünyasına yönelik Moğol istilalarına karşı mücadele etmeleri, Selçukluları Müslümanlar nezdinde saygın bir mevkiye yükseltmişti. Bütün bunların yanında Selçuklu hanedanını mühim kılan nokta, İslâm âlemini Büveyhîlerin tahakkümünden kurtarması ve Hasan Sabbah’ın bozuk fikirlerine karşı Ehl-i Sünnet’in halka öğretilmesi gayesiyle verdiği mücadele olmuştu.
İslâm Dünyasının Umudu Selçuklular
Oğuzların Kınık boyundan olan Selçuk Bey’in torunu Tuğrul Bey, Büyük Selçuklu Devleti’nin ilk sultanı olarak tahta geçince, önceliğini Ehl-i Sünnet’in müdafaasına ayırmıştır.
Tuğrul Bey’in 1048 tarihinde Doğu Roma’yı (Bizans) mağlup ettiği Pasinler Savaşı’ndan sonra yaptığı antlaşmanın maddeleri, Selçukluların Ehli-Sünnet itikadına dair hassasiyetlerini de ortaya koyması bakımından mühimdir. Tuğrul Bey’in, maddî isteklerden ziyade, Doğu Roma İmparatoru’ndan; Emevîler tarafından İstanbul’da yaptırılan cami ve medresenin tamir edilip ibadete açılmasını, çalışanlarına maaş bağlanmasını ve burada Fatımîler adına okunan hutbenin artık Sünnî Abbasî halifesi ve Selçuklu sultanı adına okutulmasını istemesi, bundan sonra Selçukluların Ehl-i Sünnet’in müdafileri olacağına işaretti.
İçte ve dışta pek çok problemle uğraşan Bağdat halifesi, İslâm dünyasını buhrandan kurtaracak yegâne gücün Selçukluların olduğunu anlaması çok zor olmadı. Bu tarihlerde Abbasî hilafetinin merkezi Bağdat, Büveyhîlerin işgali altındaydı.
Yazının devamını Yedikıta Dergisi 143. sayısından (Temmuz 2020) okuyabilirsiniz.