Tarih sahasında önde gelen otoritelerden biri olan Prof. Dr. M. Şükrü Hanioğlu, çalışma prensiplerinden Türkiye’deki meslektaşlarına kadar birçok konuda değerli fikirlerini okurlarımızla paylaştı…
Son dönem Osmanlı tarihi ve Yakın Doğu araştırmaları sahasında dünyanın önde gelen hocalarından birisiniz. Mesleki anlamda çalışma prensipleriniz, sizi başarıya götüren âmiller nelerdir? Başlangıçta sizi bu alana sevk eden sebepler nelerdi?
Hak etmediğimi düşündüğüm iltifatlarınız için teşekkür ederim; neticede hepimiz karınca kararınca alanımıza katkıda bulunmaya çalışıyoruz. Başarılı olup olmadığım konusunda benim karar verebilmem mümkün değil, ama kendi çalışma ilkelerimden bahsetmek gerekirse en başta düzenli, sistematik ve kapsamlı okumayı koymak isterim. Bu tür okumalar akademisyene tabir caiz ise “büyük resim”i görme imkânı veriyor. Meselâ Avrupa entelektüel ve düşünce tarihi hakkında sistematik okumalar yapmadan son dönem Osmanlı ve Türk entelektüel hareketlerini anlamak mümkün değil. Benzer şekilde bir tarihçinin üzerine çalıştığı zaman diliminin “ruhu”nu (Zeitgeist) anlaması gerekli. Buna karşılık pek çok araştırmacı bunu ihmal edip, kendisini özgün malzemesinin dar sınırlarına mahkûm ederek bulgularını daha geniş bir çerçeveye taşıyamıyor.
İkinci olarak alanımızda farklı yaklaşımlar geliştirebilmek için başta belgeler olmak üzere birinci el kaynaklara ulaşmak gerekiyor. Bu zahmetli bir iş, benim neslimin araştırmacıları için bunlara ulaşmak çok daha zordu. Mesela bugün bir araştırıcının bilgisayar kataloğundan birkaç dakikada ulaştığı bir vesikaya Osmanlı kayıt defterleri taranarak bir ayda ulaşılabiliyordu. Tabii teknolojik gelişmenin sağladığı imkânlara karşılık birinci el kaynaklara ulaşma, bunları yorumlama günümüzde de belirli zorluklar içeriyor; ama bunun mutlaka yapılması gerekiyor. Birinci el kaynaklara ulaşılamazsa bir anlamda söylenmiş olanları tekrar etme durumunda kalıyorsunuz. Ben başlangıçta entelektüel tarih üzerine yoğunlaşmak istiyordum. Ama araştırmak istediğim konularda genel araştırmalar o denli zayıftı ki, entelektüel tarihin genel çerçevesini ve arka planını da inşa etme durumunda kaldım. Bu ilginç bir durum. Çünkü pek çok ülkede, örneğin Amerika’da entelektüel tarih yapanlar işin bu kısmıyla uğraşmazlar.
Yazının devamını Yedikıta Dergisi 77. sayısından (Ocak 2015) okuyabilirsiniz.