Osmanlı’nın başşehri İstanbul’da, Kapalıçarşı’da şekillenen sahaflık geleneği bir süre Beyazıt Sahaflar Çarşısı’nda devam etmiş, ardından Beyazıt, Beyoğlu ve Kadıköy gibi ilçelerde örgütlü bir halde devam edegelmiştir. 2000’lerde dahil olduğumuz bu dijital asra rağmen, merkezine kitabı ve kitapseveri alarak yoluna devam eden sahaflığı; mesleğin en meşhurlarından iki ismi, merhum Raif Yelkenci ve Muzaffer Ozak beylerden dinlerken, sahaflığa gönül veren seçkin isimlerle tadına doyum olmaz sohbetler yaptık…
Sahaf deyince akla “sahife”, çoğulu “sahhaf” dolayısıyla kitap geliyor. Evet, kitap olmasaydı ne sahaflık var olurdu, ne sahaflar. Şurası muhakkak: Tarihe mâl olmuş Doğulu veya Batılı bütün medeniyetleri kitap var etti; İslam medeniyetinde kitap denince akla “Kur’ân-ı Kerîm” geliyor, şüphesiz. İslam toplumu önce bu kitabı okuyor ve hakikatin ilmini mukaddes kitabımızın çevresinde keşfe koyuluyor. O halde bizim medeniyetimizde kitapla meşgul olan sahaflar “zaruri olarak Kur’ân-ı Kerîm”le işe başlıyor. Önceleri Müslümanların mukaddes kitabı Kur’ân-ı Kerîm ihtiyacını karşılamak üzere gerek yazarak, gerekse yazdırarak kitabı çoğaltıyor ve satıyorlar.
Kur’ân-ı Kerîm’in ardından “bir noktadan doğan” ilimler dal budak saldıkça kitap da çeşitlendi ve devirden devire ilme olan ihtiyaç ve iştiyakla kitabın alıcısı da arttı, alıcıya hazırlayan ve ulaştıranı da. Nihayet Osmanlılar, İstanbul’un fethinin ardından inşa edilen bedestende (Kapalıçarşı) ayrı bir “çarşı” vererek sahaf dediğimiz bu esnaf grubunu bir çatı altında toplamıştı. 4 yüzyılı aşkın bir süre Kapalıçarşı içinde kendilerine mahsus çarşıda “sükûn ve huzur” içinde tevekkülle alışverişlerini yapan sahaf esnafı, 1894 İstanbul depremiyle perişan olan Kapalıçarşı’dan çıkmış, bugün Beyazıt’ta “Sahaflar Çarşısı” denilen ve aslında Hakkâklar Çarşısı olan mekândaki dükkânlara yerleştirilmişlerdi. Kapalıçarşı’da “Sahaflar” ismi yaşamaya devam ederken, sahaflar için yeni bir başlangıçtı bu. İlim camiasının merkezindeki bu şirin sokak etrafında biriken esnaf, o gün bugündür varlığını devam ettiriyor.
1950 yılı, sahaf esnafı için kara bir yıl oldu; is karası bir yıl! Çıkan yangında nadir ve nadide yazmalar, güzelim matbu eserler, yerli-yabancı Latin harfli ender bulunur kitaplar, yalnız orayı değil etraftaki yüzlerce dükkânı yalayıp yutan yangınla yok oldu. Bayezid Camii avlusuna sığınan esnaf, çok geçmeden belediyece yeniden inşa ettirilen çarşıda yerini aldı (1952). Bugün birkaçı istisna tutulursa “42” dükkânın hepsinin sahaf olmadığını ilk nazarda anlamak pekâla mümkündür. Bu manada aslında çarşı esnafının dertleri ve tabi mazeretleri var: Nadire ve sahafiyeye ilgi azaldı…
Yazının devamını Yedikıta Dergisi Ekim (62. Sayı 2013) sayısından okuyabilirsiniz.
1 Yorum