Manşet, Seyahat, Yerinde Tarih

Ortamahalle’den Ortahisar’a Trabzon Günlüğü

Ortamahalle

Bir şehir 10 yılda ne kadar değişir? Bu sorunun cevabını, üniversite mezuniyetiyle hatıraları dondurup ayrıldığım ve yakın zaman önce tekrar ziyaret ettiğim Trabzon’da buldum. Hem de şehirde yükselen devasa binalar ve peşi sıra takip eden tünellerin beton sertliğini yüzümde hissederek. Şimdi bu dönüşümün ortasında, eski ve yeni Trabzon arasında bir köprü kurarak; anılarımı ve şehri, yeni hâliyle kabullenmeye çalışıyorum. Değişime rağmen değişmemeye gayret eden Trabzon’un tarihî güzelliklerine tutunarak…

Hayat serüveninizde önemli yer edinen bir şehre gittiğinizde; gözleriniz eski bir hatıra mekânı, içinize çekip aklınıza kazınmış bilindik kokuyu, işittiğiniz tanıdık bir sesi arar. Ancak onlarla, geçmişi özlemle anar, bugüne daha şevkle bakarsınız.

Trabzon’a adım atar atmaz, tanıdık kokular ve sesler arasında kaybolurken, gözlerim, dağ tepe her yere dikilen yeni yüksek binaların siluetine, dağları delen devasa tünellere takıldı. Bildiğim yerler, yollar hep değişmiş; bilmediğim hallere bürünmüş. Okula kısa yoldan gitmek için kullandığımız patikalar, fındık bahçeleri, yerini lüks sitelere bırakmış; yine şehir merkezine varmak için dağları aştığımız yolların altı tünellerle kazılmış. Benim öğrencilik yıllarımda şehirle bağlantısı kopmaya başlayan deniz daha da uzaklaşmış, doldurulmuş, beton tarlalara dönüşmüş.

Demiyorum ki zahmeti azaltan yollar yapılmasın, konforlu binalar olmasın. Ama bunları bir düzen ve intizam dairesinde, şehrin karakterine uygun yapmak mümkün değil mi? Bunu başaran, dokuyu koruyan Avrupa şehirlerini gördükçe bizim beldelerin halleri daha da elem verici hâl alıyor. Biz yapmışız geçmişte, harcımızda var. Tıpkı ecdadın bir pencere, taç kapı ile taşla ahşabın uyumu, minarenin göğe yükselen yivi ile yaptığı gibi. Mekânlara vurulan karakterler, şehri var eden unsurlardır. Onlar yoksa, şehir de yok olur, şehir sakinlerinin sükûneti de.

Bu kadar serzenişten sonra seyahate başlayalım birlikte. Yola çıkınca elbet güzellikler de gelir peşimizden.

Şehrin Tepesinde Eski Bir Mahalle

İstanbul tarafından gelenler için Trabzon’a varmadan Akçaabat karşılar sizi. Hani köftesiyle meşhur olan ilçemiz. Bana kalırsa meşhur olması gereken bir hususiyeti daha var. Ortamahalle evleri… Henüz çok bilinmese de Doğu Karadeniz’in Safranbolu’su olmaya aday. Zaten yapılan restorasyon çalışmaları da bu amacı destekler mahiyette. Osmanlı devrine ait evleri, konakları, Arnavut kaldırımlı sokakları ile sıcak bir mahal burası. Deniz seviyesinden uzakta, şehre hâkim tepede yer alan mahallemizi adımlamak, dar ve yokuşlu yollarında yol almak, beton binalara inat ahşap sıcaklığını hissetmek, insana iyi geliyor. Mahallenin tepesine kadar çıkıp bir konağın avlusundan denizi ve yeşili temaşa ediyor, kiliseden çevrilen müzede yapı hakkında bilgi ediniyor, yokuşun verdiği yorgunluğu bir çay bahçesinde gideriyoruz. Yavaş yavaş aşağıya indiğimizde, evlerin merkezinde yükselen minaresi ve taş yapısı ile 1800’lü yıllardan kalan merkez cami, mahalleye kıymet katan eserlerden biri olarak arzı endam ediyor.

Çiçek kokuları ve mahalle sakinlerinin tebessümleri eşliğinde döndüğümüz başlangıç mahallinden son bir defa mahalleye bakıyorum. Eskinin insanı, aslında bize neyi nasıl yapacağımızı her fırsatta fısıldıyor. Geleneksel Ortamahalle evleri, araziye son derece uyumlu konumlandırılmış. Bir ev, diğerini gölgelemeden birbirine paralel ve manzaraya karşı dizilmişler. Merkezinde cami, ara sokaklarında çeşme ve evleri tamamlayan ağaçlar, çiçek tarhları ile bir mahalle nasıl teşkil edilire güzel misal Ortamahalle’den ayrılıp Trabzon’un merkezine yol alıyoruz.

Yazının tamamını Yedikıta Dergisi 203. sayısından (Temmuz 2025) okuyabilirsiniz.

Önceki MakaleSonraki Makale

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir