“Annem, Yazıcızâde’yi sabah namazlarını kıldıktan sonra okurdu. Beyaz başörtüsü ile elindeki kitaba eğilişini hâlâ görür gibiyim. Çok yerlerini anlamadığım halde, annemin yüksek sesle ve makamla okuyuşundan dinlediğim Muhammediye’nin o mısraları, bana bizim öz maceramız, evimizin, mahallemizin, Üsküb’ün ve müphem surette bütün milletimizin dünya ve ahiret macerası gibi gelirdi.” Yahya Kemal Beyatlı
Muhammediye, bir söz âbidesidir.
On sekiz bin âlemin efendisi olan Hazret-i Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) gül kokan ismine nisbeten verilmiştir ismi.
Fenni, muhabbettir Muhammediye’nin. Cihanın can suyuna salât-ü selâm kastıyla yazılan bu eser, mahzâ (sırf) muhabbettir. Muhabbet ki söz âciz kalır onda, kalem zayıf… Muhabbet, Muhammediye’nin mayasıdır. Anadolu toprağına Süleyman Çelebi tarafından dikilen Vesiletü’n-Necat’ın bir ulu çınar gibi toprağı sarmasından yıllar sonra yine Anadolu’da, Yazıcızâde Mehmed-i Bican tarafından terennüm edilmiş müstesna bir eserdir Muhammediye.
Devrinin büyük âlimlerinden ders almış, rahle önünde diz çökmüş, medresede dirsek çürütmüş, dergâhta boyun bükmüş olan Yazıcıoğlu Mehmed, ehl-i haldendir. Uzlete çekildiği günlerin birinde eşi dostu, yârı yaranı ondan Rasûlülah’ın (s.a.v.) faziletlerini anlatan bir eser telif etmesini isterler. Mevlid gibi bir şaheser dururken reddeder Yazıcızâde. Ne ki rüyasında Peygamber Efendimizle (s.a.v.) müşerref olur. “Yenile mevlidim çıksın cihana…” buyurur Fahr-i âlem aleyhissalâtü vesselâm efendimiz.
Yazının devamını Yedikıta Dergisi 115. sayısından (Mart 2018) okuyabilirsiniz.