Tarih sahnesinde öyle devirler vardır ki yalnızca kılıçla değil, kalemle de hüküm sürülür. Selçuklu asrı, işte böylesine müstesna bir devirdir. Selçuklular, Türk-İslâm Devletlerinden tevarüs edilen ilmî mirası, muhafaza etmekle kalmamış; onu medreseler, kütüphaneler ve eğitim müesseseleriyle besleyerek, çağının ötesine taşımıştır…
Büyük Selçuklu Devleti’nin ilim sahasındaki ihtişamını layıkıyla kavrayabilmek için, bu yükselişi mayalayan tarihî dinamikleri bilmek gerekir. Zira Selçuklular, yalnızca sınırları genişleten bir cihangir devlet değil; asırların ilmî birikimini şuurla devralan, medeniyet kurucu bir güç olarak tarih sahnesine çıkmışlardır. Her şeyden önce, Selçukluların hâkimiyet sahası; Samanîler, Karahanlılar ve Gazneliler gibi Türk-İslâm devletlerinin hüküm sürdüğü, ilimle yoğrulmuş verimli topraklardı. Bu kadim devletlerden tevarüs ettikleri ilmî ve kültürel mirası, Selçuklular korumakla kalmamış; onu, daha da ileriye taşımışlardır. Kurdukları medrese, kütüphane ve eğitim müesseseleriyle bu mirası, sistemli ve yaygın hâle getirmişlerdir. Böylece Selçuklu şehirleri, kısa sürede ilim ve irfanın hüküm sürdüğü medeniyet merkezleri hâline gelmiştir. Medreseler yükselmiş, kitaplar çoğalmış, mürekkep kandilleriyle karanlıklar aydınlanmış, kalem ile kılıç aynı safta Ehl-i Sünnet-i müdafaa eder hâle gelmiştir.
İlmî Yükselişin Temelleri
Selçuklulara miras kalan ilmî birikimin temel taşları, onlardan önceki büyük Türk-İslâm devletlerinin inşa ettiği düşünce zemininde şekillenmişti. Bu mirasın ilk durağı, Samanîlerdi. Onların, Horasan ve Mâverâünnehir bölgesinde kurdukları Buhara ve Semerkant gibi şehirler, birer ilim merkezi hâline gelmişti. Cami, medrese ve kütüphanelerle tezyin edilen bu şehirler, Ehl-i Sünnet büyüklerinden Ebû Mansûr el-Maturidî Hazretleri gibi birçok mümtaz simaları yetiştirmişti. Onların eserleri çağıyla sınırlı kalmamış, asırları şekillendiren bir tesir meydana getirmişti.
Karahanlılar devrinde, İslâm’la müşerref olan Türk topluluklarının ilmî inkişafı, yeni bir safhaya girmişti. Bu dönemde dinî ilimlerle birlikte siyaset, ahlâk, devlet nizamı ve hikmet gibi alanlarda da kıymetli eserler kaleme alınacaktı. Gazneliler devrinde ise ilim daha geniş sahalara yayılmıştı. Sultan Mahmud’un sarayı, âlimlerin, ediplerin ve bilginlerin toplandığı bir yer olmuştu. Bu ortamda dinî ilimlerle birlikte astronomi, matematik, fizik, tarih ve coğrafya gibi aklî ilimlerde de eserler verilmişti.
İşte bütün bu birikim, nihayetinde Büyük Selçuklu Devleti’nin ilmî yükselişi için sağlam zemin oluşturdu. Bu ilmî miras, sultanların eliyle, Nizâmülmülk’ün öncülüğünde kurulan medrese teşkilatıyla sistemli hâle geldi. Selçuklu asrı, bu yönüyle de ilmî ve fikrî bakımdan da İslâm medeniyetinin altın çağlarından biri olarak hafızalara kazınacaktı.
Büyük Selçukluların ilme ve ilim ehline gösterdiği yüksek teveccüh, bir medeniyet inşasının temel harcı oldu. Sultan Tuğrul Bey’le başlayan bu ilmî destek, Sultan Alp Arslan döneminde sistematik hüviyet kazanmış; Sultan Melikşah zamanında altın devrini yaşamak suretiyle Sultan Sencer devrinde zirveye taşınmıştır. Bu hükümdarların idaresinde Selçuklu beldeleri ilim, hikmet ve marifetin filizlendiği kutlu şehirler hâline gelmiştir.
Yazının tamamını Yedikıta Dergisi 203. sayısından (Temmuz 2025) okuyabilirsiniz.