Dünya Tarihi, Kapak, Manşet

Hindistan’da Nakşîler ve Babürlüler

Hint topraklarında İslâmiyet’in ve tasavvufun geçmişi, çok eski tarihlere kadar uzanır. 1200 yılından itibaren Müslüman Türkler, bu coğrafyaya 650 yıl hükmeder. Bu altı buçuk asrın neredeyse yarısında Bâbürlü hanedanı söz sahibi olmuştur. Diğer taraftan, onların Hindistan’daki 300 yıllık saltanatlarının neredeyse tamamı, asırlarca Hint ülkesinde en çok müntesibe sahip olmuş Nakşî-Müceddidî şeyhlerin de irşad yıllarıdır. Bu zâtlardan kimi, Bâbür sultanı Ekber Şah devrinde kendisinden uzaklaşılan İslâm’ı ve Ehl-i Sünnet’i ihya ederken, kimi de Bâbür sultanlarına mürşid olur…

İstila değil, gaza ve ila-yı kelimetullah niyetiyle sefere çıkmış İslâm orduları, bundan 1320 sene önce Hint sahillerinde görünmüştü. Genç fatih, Muhammed bin Kâsım es-Sakafî’nin fetihleri, Gazneli Mahmud’un 17 Hint seferinin de habercisiydi aynı zamanda. Âdem Aleyhisselam’ın gözyaşlarıyla sulanmış olan Hint topraklarında (Hindistan-Pakistan-Bangladeş-Nepal) bugün milyonlarca mensubu olan İslâmiyet, daha o tarihlerde kalplere nakşedilmişti.

Zikri geçen ülkelerden resmî dini İslâm olmayan Hindistan’da, ülkenin yüzölçümü ve nüfusu düşünülünce “azınlık” mesabesinde kalan ama Türkiye nüfusunun neredeyse üç katına yakın; (gayriresmî rakamlara göre) 200 milyondan fazla Müslüman yaşamakta. Delhi, bu nüfusun önemli bir kısmına ev sahipliği yapıyor. Melik Aybeg tarafından 1206’da fethedilen Delhi, 1500’lere kadar hüküm süren Delhi Türk Sultanlığı’nın beşiği olmuş. Bugün Delhi’deki en eski İslâmî eserler, Kutbüddin Aybeg ile devletin asıl kurucusu sayılan ve Delhi’deki muhteşem türbesinde yatan damadı İltutmuş devirlerine aittir.

Gazneliler ve Delhi Türk Sultanlığı zamanlarında Hint toprakları, mutasavvıflar ve âlimler tarafından yoğrulmuş, Ali Hucvîrî (v.1072), Çiştiyye tarikatının kurucusu Muinüddin Çiştî (v.1236) ve Şeyh Nizameddin Evliya (v.1325) gibi mutasavvıflar eliyle İslâmiyet, daha geniş kitlelere ulaşmıştı. Hindistan’a 300 yıldan fazla (1526-1858) hükmetmiş olan Bâbürlüler ise, Hint tarihinde oldukça mühim bir yer tutar. Fakat bu 3 asırda Hint toprakları, hem siyasî hem dinî manada çok önemli gelişmelere sahne olmuştur. Devletin üçüncü hükümdarı Celaleddin Ekber, tam bir sapkınlıkla “Din-i İlahî” diye bir sahte din ittihaz etmiş, Bâbürlülerin son iki asrına ise İngiliz hegemonyası hâkim olmuştu. Neyse ki Nakşî-Müceddidî şeyhleri neredeyse Bâbürlülerle eş zamanlı olarak bu topraklarda zuhur edecek ve insanları, inkâr diyarına uzanan köprülerden kurtaracaklardı. Rahatlıkla söyleyebiliriz ki Hint Müslümanlarının İslâm’a ve İstanbul’a olan sevgi ve hürmetleri, bugün Delhi ve Serhend’deki türbeleri/dergâhları hâlâ önemli birer ziyaretgâh olan bu zâtlar sayesindedir.

Aslen Semerkandlı ve hatta annesi cihetinden Hâce Ubeydullah Ahrar (k.s.) Hazretleri’nin torunu olan Hâce Muhammed Bâkîbillâh (k.s.) Hazretleri, Kabil’de dünyaya gelmiştir (1563). Bu tarihten biraz önce, Bâbürlü Devleti’nin kurucusu Zahiruddin Bâbür’ün oğlu Hümayun vefat etmişti. O sırada Bâbürlü sarayında bulunan Osmanlı denizcisi Seydi Ali Reis’in tavsiyesiyle, tahtın vârisi Celaleddin Ekber gelinceye kadar ölümü gizlendi. Sonraları Ekber Şah diye meşhur olacak olan Celaleddin, tahta çıktığında henüz 14 yaşındaydı (1556). Bâkîbillâh Hazretleri, zahirî ilimleri devrin büyük âlimlerinden tahsil ettikten sonra dünyevî/manevî ilimleri de öğrenmek kastıyla yollara düşmüştü. Nihayet Keşmir’e, oradan da Semerkand’a varıp Muhammed Emkengî Hazretleri’yle müşerref oldu ve ona intisab etti. İcazetini aldıktan sonra, hocasının talimatıyla Delhi’ye döndü ve burada irşad faaliyetlerine başladı.

Yazının tamamını Yedikıta Dergisi 131. sayısından (Temmuz 2019) okuyabilirsiniz.

 

 

Önceki MakaleSonraki Makale

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir