Osmanlı tarihi, uçsuz bucaksız muazzam bir okyanusu andırır. Kültüründen coğrafyasına, müesseselerinden medeniyetine, devlet adamlarından âlim ve sanatkârlarına kadar bu tarih, öyle sırlarla doludur ki; karşınıza ne zaman hangi şahsın, hadisenin, vesikanın, kitabenin çıkarak sizi hayretler içerisinde bırakacağını, hiç bilemezsiniz.
Evet, öyle mezarlar vardır ki kimin medfun olduğu bilinmez… Öyle mescidler, medreseler, çeşmeler vardır ki kimin yaptırdığı bilinmez. Öyle kitaplar, öyle eserler, öyle şiirler vardır ki müellifi, şairi; kimin yazdığı, kimin söylediği bilinmez. Öyle kitabeler, yazılar, levhalar vardır ki kimin yazdığı bilinmez. Yahut da tersinden bakarsak, öyle maruf ve meşhur şahıslar vardır ki nerede yattığı bilinmez. Öyle nâmı yedi iklimi tutmuş kitaplar vardır ki sırra kadem basmıştır; bir türlü bulunmaz. Öyle muhteşem eserler vardır ki kör kazma kurbanı olup günümüze bir resmi bile ulaşamamıştır, nasıl görünüp âleme nasıl güzellik ve debdebe saldığı idrak edilmez…
Şöyle geniş bir açıdan bakarsanız, aslında, koca Osmanlı tarihinde bilmediklerimizin, bildiklerimizden çok daha fazla olduğunu görürsünüz. Muazzam tarih okyanusu, böyle meçhullerle dolup taşar… İşte bu yazımızda Eyüp Sultan Camii’nin celî sülüs yazılarının hattatı olduğu ortaya çıkan Tersane-i Âmire İcâre Kâtibi Hattat Yakub Efendi’nin peşine düşerek kimliği hakkındaki bilinmezlik perdesini bir nebze olsun aralamaya çalıştık.
Meçhul Bir Hattatın Peşinde
Bugüne kadar Eyüp Sultan Camii’ndeki hüsn-i hat eserlerinin kime ait olduğu bilinmiyordu. Araştırmacı-Tarihçi Osman Doğan tarafından Osmanlı Arşivi’nde tespit edilen bir vesika, Eyüp Sultan Camii’ndeki hatların kimler tarafından yazıldığını ortaya çıkardı. Ta‘lik hatla yazılı inşa kitabelerinin Yesârîzâde Mustafa İzzet gibi çok meşhur bir hattat tarafından kaleme alındığının ortaya çıkması, alanın uzmanları için aslında çok da sürpriz olmadı. Zira yazıların onun tarafından yazılmış olabileceği dile getiriliyor, ancak imza bulunmadığı için kesin bir hükme varılamıyordu. Tespit edilen vesika, bu düğümü çözmüş oldu.
Söz konusu vesikada, celî sülüsle muharrer yazıların hattatı olarak İcâre Kâtibi Yakub Efendi’nin adı zikrediliyordu. Yesârîzâde’yi sadece hat sanatıyla ilgisi olanlar değil, Osmanlı tarihiyle az çok münasebeti olan hemen herkes bilir. Peki Hattat Yakub Efendi’nin ismini acaba kaç kişi işitmiştir? Kimdir bu Yakub Efendi? Eyüp Sultan Camii gibi son derece mühim bir şaheserin, yeniden inşa edildikten sonra yazılarını yazmak şerefine nâil olan bu hattat kimdir? Gelin, bu, kim olduğu meçhul büyük hattatın hayat hikâyesinin peşine hep birlikte düşelim…
Bir Kimlik İnşa Etmek Kolay mı?
Hattatların hayatlarına dair bilgi veren kaynaklarda Yakub Efendi hakkında malumat yoktur. Sahanın en mühim eseri olan Tuhfe-i Hattâtîn, esasen Yakub Efendi’nin olgunluk çağından önce yazıldığı için, o ve muasırı bazı namlı hattatlardan hiç bahsetmez. 19. asır sonlarında kaleme alınan İranlı Habib Efendi’nin muhtasar eseri Hat ve Hattâtân da ona yer vermemiştir. Allâme İbnülemin Mahmud Kemal Bey de Son Hattatlar’da Yakub Efendi’yi zikretmez. Bu eserlerin yanı sıra Fransız şarkiyatçı Huart ve Şevket Rado’nun eserlerinde hattatımızdan bahis olmadığı gibi, çağdaşı olan Kebecizâde Mehmed Vasfî Efendi’nin tertip ettiği Silsile-i Hattâtîn’de de ona herhangi bir atıfta bulunulmamıştır.
Bu önde gelen kaynakların dışında bir de Eğinli Süleyman Efendi’nin Mir’ât-ı Hattâtîn adlı eserine bakalım dedik. Akademik çevrelerde bile kıymeti fazla bilinmeyen bu eserde, Çukadar Yakub Efendi adlı bir hattata rastladık ve bu hattatın, bizim hattatımızla muasır olduğunu görerek buraya bir işaret koyduk. Araştırmanın başında Çukadar Yakub Efendi’nin bizim hattatımız olduğunu söylemek elbette mümkün değildi. Ancak arşiv belgelerini incelediğimiz sırada İcâre Kâtibi Yakub Efendi’nin vaktiyle Enderun’da padişah çukadarı olduğunun görülmesiyle hattatımızın, bu zat olabileceği ihtimali kuvvetlendi. Sonrasında bulunan başka bilgi ve belgelerin mevzuyu teyit etmesiyle bu ihtimal, hakikate dönüşerek, İcâre Kâtibi Yakub Efendi ile Çukadar Yakub Efendi’nin aynı kişi olduğu anlaşılmış oldu. Dolayısıyla Mir’ât-ı Hattâtîn, Yakub Efendi’nin hayatının özellikle ilk dönemlerini aydınlatmak bakımından önemli dayanak noktalarımızdan biri oldu.
Kapak yazısının tamamını Yedikıta Dergisi 181. sayısından (Eylül 2023) okuyabilirsiniz.
1 Yorum