İçindekiler
İleride Selçuklu’nun kudretli vezirlerinden olacak Enûşirvân, iyi devlet adamı ve edebiyata meraklı bir ilim erbabıdır. Kader, devrin meşhur ediblerinden Harîrî ile Basra’da buluşturur kendisini. Enûşirvân, Harîrî’yi pek sever. İlim meclisleri kurup edebî sohbetler ederler. Harîrî’deki kabiliyeti gören Enûşirvân, onu “makame”ler yazmaya teşvik eder ve edebiyatımız, yeni bir zenginlik kazanır…
Yıl 1054…
Selçuklu’nun kutlu sultanı Tuğrul Bey, Anadolu seferinde. Bizans, İslâm’ın muzaffer ordusuna karşı durmaya çalışıyor ama Selçuklu, ulu bir gayeye çoktan sarılmış. Beri yanda Hıristiyanlık zehir kazanı gibi içten içe kaynıyor o vakitler. Papa ile Patrik birbirini aforoz etmişler. Katoliklerle Ortodokslar temelli ayrılmış.
Rum illerinin İslâm’a, Garb’ın azaba doğru aktığı öyle bir yıl işte 1054. Basra’nın Meşan kasabasında, Beni Haram mahallesinde bir çocuk dünyaya geliyor. Rebîatü’l-Feres kabilesine mensup olan bu çocuğu, biz Harîrî olarak biliyoruz. Tam adı Ebu Muhammed Kasım bin Ali bin Muhammed el-Harîrî.
Harîrî, ilk tahsilini Basra’da görüyor. Zeki ve gayretli bir talebe. İlme, özellikle de belagate istidadı var. Hocalarının tavsiyesiyle Bağdat’a gidiyor sonra. Bağdat, ilmin membaı. Bağdat, âlimler diyarı. Bağdat, koca bir şehir olarak İslâm’ın medresesi o zamanlar. Harîrî, Bağdat’ta sarf, nahiv, fıkıh, edebiyat ve feraiz dersleri alıyor.
Harîrî’nin ailesi zengin. Hurma bahçeleri, bağları, meraları var. İpek ticareti yapıyorlar. Zaten Harîrî’ye bu yüzden Harîrî deniyor ya. Arapçada “harir” ipek demek zira. Bu sebeple rahatça yapıyor tahsilini Harîrî. Hafızası güçlü, muhakemesi derin, idraki de kavi olunca kitaplar, medreseler, meclisler bir bir açılıyor önünde Harîrî’nin.
Selçuklu, tahsili tamam olunca Basra’ya istihbarat amiri olarak tayin ediyor Harîrî’yi. Malı mülkü, devlet kapısında görevi, çevresinde sağlam dostları var. Doğru sözlü, dürüst, emin ve cömert bir adam o. Fukaraya yardım ediyor, ilim talebelerine sahip çıkıyor. Yarası olana merhem, derdi olana derman yetiştirmeye gayret ediyor. Bir de kitaplar… Gece gündüz okumaya, ilme, tahsile devam ediyor.
İki Edebiyat Âşığı Tanışır
O yıllarda Basra’ya Enûşirvân bin Hâlid geliyor. Sonradan Selçuklu’nun kudretli vezirlerinden birisi olacak Enûşirvân. Fakat o sıralar gönlü kırık. Kendisini himaye eden Vezir Müeyyidülmülk azledilmiş ve bizzat Sultan Berkyaruk eliyle idam olunmuş. Enûşirvân da devlet işlerinden istifa edip Basra’ya sığınmış. Edebiyata merakı var. Kader, Harîrî ile Enûşirvân’ı buluşturuyor Basra’da.
Enûşirvân, pek seviyor Harîrî’yi. İlim meclisleri kurup sohbetler ediyor iki adam. Fesahat ve belagati, aruzu ve şiiri konuşuyorlar en çok. Enûşirvân, sağlam bir devlet adamı. Devlet adamı dediğin, yetenek kâşifidir, öyle ya. Harîrî’deki kabiliyeti görüyor Enûşirvân. Ve onu makameler yazmaya teşvik ediyor.
Makame Ne Ola Ki?
Makame, lügatte “ayağa kalkmak” demek. İnsanların bir arada oturduğu yere de makame deniyor. Ancak burada başka bir manada. Hayalî bir hikâye anlatıcısının, yine hayalî bir kahramanın başından geçen hadiseleri kısa öyküler hâlinde anlatmasına “makame” deniyor edebiyatta.
Harîrî, çok güzel makameler yazıyor. Bir kahramanı var: Ebû Zeyd es-Serûcî. Ebû Zeyd, sağlam bir hatip. İkna kabiliyeti çok yüksek. Fakat üçkâğıtçı bir adam. Her türlü hile hurda var onda. Diyar diyar gezip insanları dolandırıyor. Kâh bir seyyah rolünde, kâh dilenci. Kâh bir imam, kâh tüccar. Ebû Zeyd’in hikâyelerini anlatan hayalî kıssahan ise Hâris bin Hemmâm.
Hâris, zeki bir âlim. İnsanları iyi gözlemleyen ve daima doğru olanı yapmaya gayret eden, iyi niyetli bir insan. Ve bir seyyah. Hâris geziyor ve gezdiği yerlerde karşısına hep Ebû Zeyd çıkıyor. Ve olaylar gelişiyor. Hâris, Ebû Zeyd’in yaşadıklarını anlatırken insanların ruh hallerini, toplumsal hadiseleri de ele alıyor. Maceranın sonunda mutlaka bir ibret oluyor.
Harîrî, kahramanlarını öyle güzel işliyor ki; okuyana hikmetler, ibretler, güzelliklerin yanı sıra zarif bir anlatımın damakta bıraktığı edebî lezzet de kalıyor.
Harîrî, zaman içinde 50 adet makame kaleme alıyor. Hâris ile Ebû Zeyd’i yollara döküp, şehirlere salıyor. Meclislere sokup çarşılarda dolaştırıyor. Divanlarda söyletip hanlarda konaklatıyor.
Zaman içinde makameler demini alıyor ve Harîrî’nin muhteşem kitabı Makamât çıkıyor ortaya.
Makamât, edebiyat mahfillerine bomba gibi düşüyor. O kadar kudretli bir dili var ki Harîrî’nin. Lisanının sihir olduğunu söyleyenler oluyor. Haset ile Harîrî’nin eserinin çalıntı olduğunu söyleyenler bile oluyor. Olsun. Zaman etkili bir mutemettir. Hak, önünde sonunda çıkar ortaya.
Makamât’ın kitaba dönüştüğü zamanlarda Enûşirvân, Selçuklu’nun vezir naibi. Elbette onun takdiri mühim. Sanat, teşvik ve takdirle büyür. Harîrî’nin lezzetli sözü, dilden dile yayılıyor. Cümle İslâm mülkünde adı bilinir oluyor. Sonra İslâm topraklarını da aşıyor şöhreti.
Harîrî, eserinde Arapçayı şaha kaldırıyor âdeta. Bu yüzden asırlarca belagat kitabı olarak medreselerde okutuluyor Makamât. Harîrî’nin başka eserleri de var elbette. Fakat onu dünya çapında meşhur eden Makamât bambaşka.
Vuslat Vakti…
Harîrî, 1122 yılında Basra’da dünyasını değiştiriyor. Binlerce kişi katılıyor cenazesine.
Fakat arz soğuk, dünya ıssız. O gözlerini yumarken Enûşirvân hapiste. Sonra hapisten çıkacak, Selçuklu’ya başvezir olacak. İzzet ve ikbal ile büyüyecek. Öyle ki vefat ettiğinde Enûşirvân’ı, çok sayıda devlet ricalinin katıldığı muhteşem bir merasimle defnedecek Selçuklu.
Harîrî’nin kahramanları olan Hâris ve Ebû Zeyd ise hâlâ aramızda. Makamât, yaşanıyor her gün.
Kelâm, muhabbet ile dokunsun. Söz daima hakkın olsun. Hakk’a hizmet edenler bermurad olsun. ıı
Kaynaklar: Hulusi Kılıç, “El-Makamât”, DİA, C. 27, s. 414-415; Orhan Kaplan, Roma Sefâreti İmamı Hâşim Velî’nin Makâmât-ı Harîrî Tercümesi, Türük Uluslararası Dil, Edebiyat ve Halkbilimi Araştırmaları Dergisi, S. 6, 2015; Yrd. Doç. Dr. Sıtkı Gülle, Arap Edebiyatında “Makâme” ve El-Harîrî’nin Osmanlı Medreselerinde Yüksek Arapça Öğretimi Çerçevesinde Okutulan “El-Makâmât”ı, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2000; Hariri, Makamat, Çeviri: Sabri Sevsevil, MEB, İstanbul, 1986.