“Mis gibi kokusu canlarda tüte…” 1400’lü yılların Bursa’sında Ulu Cami’nin imamıdır Süleyman Çelebi. Kendisi hakkında yegâne malumat da budur. Halk arasında Mevlid diye anılan, Vesiletü’n-Necat isminde mesnevi tarzında bir eser kaleme alır Süleyman Çelebi. O günlerden bu günlere dillerde ve gönüllerde dolaşır…
Vesiletü’n-Necat, tanziri ve taklidi gayr-ı kabil âsâr-ı
makbûledendir. Ki her türlü tabiriyle sehl-i mümtenîdir.
(Vesiletü’n-Necat, bir benzeri de taklidi de yapılamayacak kadar değerli makbul eserler arasındadır. O, her hâliyle bir sehl-i mümtenidir.)
Ziya Paşa
Kitap odur ki besmele ile başlaya. Besmele, hayır kapılarının anahtarıdır. Ardından hamdele ve salvele gelir. Mevlid de mukaddime bölümüne besmele, hamdele ve dahi salvele ile başlar.
Daha sonra söze “Allah adın zikredelim evvela…” diye girer. Ne güzel bir başlangıçtır bu. Süleyman Çelebi, sözü şerbet edenlerdendir:
“Bir kez Allah dese aşk ile lisân
Dökülür cümle günah misl-i hazân”
Cenab-ı Hakk’ın yüce ismini yürekten yüreğe haykırır Çelebimiz. Onu işitenlerin gönlü göynür, ruhu titrer, canına can, sinesine iman gelir. Kitap odur ki bir ismi ola. Halkın
“Mevlid” deyu anıverdiği bu güzelliğin adı “Vesiletü’n-Necat”tır. Vesiletü’nNecat, “kurtuluş vesilesi” demektir. 732 beyitten mürekkeptir. Mesnevi türünde irad edilmiştir. Lakin içinde 42 beyitlik bir kaside ve 12 beyitlik bir de gazel vardır. Kahir ekseriyeti “Fâilâtün fâilâtün fâilün” vezninde söylenmiş olan Vesiletü’nNecat’ın küçük bir bölümünde “Mef’ûlü, fâilâtü, mefâîlü, fâilün” kalıbı bulunur. Bir derdi vardır Süleyman Çelebi’nin. Gönlünün orta yerinde ağırladığı bir aşk, bir yüce sevda vardır. Vesiletü’n-Necat, bu derdin nidasıdır. Süleyman Çelebi’ye Mevlid’i söyleten hikâye şöyledir:
Çelebimiz, 1400’lü yılların Bursa’sında Ulu Cami’de imamdır. Doğrusu hakkında bunun dışında pek de bilgi yoktur.
Olsun, bilgi isteyene eseri yeter zaten. O, gönül terini seccadeye döken bir sultan, minberlerden taşan bir ses, secdelerden yükselen bir nefestir. Bir gün bir vaiz gelir Süleyman Çelebi’nin camisine. Âdettir, misafire vaaz ettirilir. Misafiri kürsüye buyur eder Çelebi.
Vaiz, vaaz sırasında Bakara sûresinin 285. âyetinde geçen “Allah’ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız” kısmını tefsir ederken, “bu âyet gereği ben Hz. Muhammed’i Hz. İsa’dan üstün görmem” deyince dinleyenler arasından bir Arap, “Hay cahil! Sen tefsir ilminde yetersizsin. Âyetlerin nâsihinden mensûhundan, müşabihinden müteşâbihinden haberin yok. Peygamberler arasında fark yoktur demekten maksat peygamberlik vazifesi bakımındandır, üstünlük açısından değildir. Eğer âyet senin dediğin anlamıyla hüküm verse hiç Bakara sûresinin 253. âyetinde ‘O peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık’ denilir miydi” diyerek kesin delil göstermek suretiyle vaizi susturur. Yine de orada bulunan bazı cahiller vaizin tarafında yer alınca dayanamaz Süleyman Çelebi. Kalkar ayağa. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) tüm peygamberlerden elbette ki üstün olduğunu söyler ve şu beyti okur:
“Ölmeyip Îsâ göğe bulduğu yol
Ümmetinden olmak için idi ol”
Beyit sarar cemaati. Sözden bir iksir akar yüreklere. O iksirin lezzetini alan halk, daha fazlasını ister. Neticede Vesiletü’n-Necat ortaya çıkar.
Divitini gönül hokkasına batıran her kalem eri gibi Süleyman Çelebi de kalbinde bir muhabbet ummanı, dilinde Allah adı ile yazar eserini. Uzun gecelerde ay, mutlu seherlerde güneş… Onu kâğıda aşk işlerken bulur.
“Hürmet eden rahmet bulur
Mevlidine Muhammed’in” der erenler.
Ziya Paşa, Vesiletü’n-Necat’ı âlâ bir mertebeye taşıyan sanatı şöyle metheder:
“Yâ Rab o ne sûziş, ol ne sözdür
Sûrette gerçi sâde sözdür
Aşk u sühan anda müctemidir
Baştan başa sehl-i mümtenidir”
Mevlid bir “hürmet” ve “rahmet” eseridir. Söz sanatlarıyla işlenmiş, mana ile pişirilmiş, aşk ile harman edilmiştir. Bahirden bahire geçen ve ilhamdan ikram deren Vesiletü’n-Necat, birbiri ardınca dizilen 6 bölümden oluşur.
Evvelen Hz. Allah’a münacat eder Çelebi. Buna Tevhid Bahri denir.
“İsm-i pâkin, pâk olur zikr eyleyen
Her murâda erişür Allah diyen” der bu bahirde Çelebi. Allah adıyla yıkanmış olan söz de öyle pak olur elbet. Tesiri bundandır.
Ardından “Velâdet Bahri” gelir ki yangın yeri olur mısralar. Çelebi’nin dizelerinde göklere döşek serer melekler ve bir cam dolusu şerbet ikram ederler Âmine Validemize (r.anha).
“Doğdu ol sâatde ol sultân-ı dîn
Nûra gark oldu semâvât ü zemîn”
Peşi sıra yürekten bir “Merhaba Bahri” kaplar gönül kubbelerimizi:
“Merhabâ ey bülbül-i bâğ-ı cemâl
Merhabâ ey âşinâ-yi zülcelâl”
Ve Mirac’ı anlatan o leziz bölümler dökülür önümüze:
“Aldı ol şâh-ı cihânı ol zamân
Sidre’ye gitti ve götürdü hemân”
“Vefat Bahri” hüzün, “Dua Bahri” ümit aşılar gönüllere. O güzeller güzelinin (s.a.v.) hayat seyrini, Süleyman Çelebi’nin mutena dilinden dinleriz eser boyunca. O söz ki umman olmuş taşmıştır:
“Cümle âlem yok iken ol vâr idi
Yaradılmışdan gani Cebbâr idi
Vâr iken ol, yok idi ins ü melek
Arş ü ferş ü ay u gün hem nüh felek”
Devrinin puslu ikliminde bir “söz cihadı” olarak ortaya çıkmıştır Mevlid. Onu bugün dahi değerli ve vazgeçilmez kılan unsur, ondaki arı duru dil, su gibi berrak anlatım ve elbette her harfine sinen ihlâstır. Bundandır ki asırlardır her mecliste okunmuş; muhabbet bağında dalga dalga yayılmıştır.
“Ol vasiyyet kim derim hem tuta
Mis gibi kokusu canlarda tüte
Hakk Teâlâ rahmet eyleye anâ
Kim beni ol bir dua ile anâ
Her kim diler bu duada buluna
Fatiha ihsan ede ben Süleyman kuluna”
Çelebimize Fatihalar isteyelim burada.
Vesiletü’n-Necat’ın; söyleyenin, anlayanın, okuyanın, dinleyenin ve dahi aşk ile “Allah” diyenin necatına vesile olması niyazıyla…