İçindekiler
Bir zamanlar Altınorda Devleti’nin nüfuzu altında ama yine bugünkü coğrafyada küçük küçük prenslikler şeklinde yaşıyorlardı Ruslar. Ta ki Timurlenk Altınorda’ya son verinceye kadar. Bundan sonra süratle palazlandılar ve bölgede söz sahibi oldular. Osmanlı’yla ilk münasebetleri dostane başlasa da savaşlar kapıdan eksik olmadı. Bugün gelinen nokta da malum. Buyurunuz, kısaca Osmanlı-Rus tarihî geçmişini beraber hatırlayalım…
Osmanlı Devleti, 14. yüzyılın başında kendini “gaza”ya adayan küçük bir beylik iken, Anadolu ve Balkanlar’daki eski Bizans topraklarını tek tek fethettikten sonra 1517 yılında da Arap ülkelerinin fethiyle İslâm dünyasının en güçlü devleti haline geldi. Osmanlıların bu fetih hareketleri, Orta Avrupa’dan Hint Denizi’ne kadar devam etti. Kanuni Sultan Süleyman zamanında ise dünya siyasetinde güçlü bir konuma sahip oldu. Ruslar ise III. Ivan’ın çarlığı döneminde, 15. Yüzyılın ortalarında aynı dili konuşan ve aynı sülaleden gelen büyük küçük birçok parçaya ayrılan Rus yurdunu, Rusya birliği altında toplamak için uzun süredir uğraşıyordu. III. Ivan bu siyasetini uygularken Osmanlı Devleti ile bir çatışmaya girmek hiç işine gelmiyordu. Bilakis iyi münasebetler kurmak için bu dönemde Michail Pleşçeyev ismindeki elçisini İstanbul’a göndererek, Kuzey Karadeniz limanlarında (Azak ve Kefe tarafları) serbest ticaret yapma izni istemiş, Sultan İkinci Bayezid’in bu talebi uygun bulmasıyla da ilk Osmanlı-Rus münasebetleri ticarî ilişkiler üzerinden dostane bir şekilde başlamıştı.
Rusların Kızılelması: İstanbul
Ruslar, tarih boyunca İstanbul’a Konstantinopol değil hep Çargrad dediler; yani Çar’ın şehri. Bu da gösterir ki resmî olarak pek dile getirilmese de Rusların güneye inme politikalarının dayandığı temeller, esasında Boğazlara ve İstanbul’a hâkim olmaktı. Zaten Rus Çariçesi II. Katerina’nın en büyük ideali, Rusya’nın sıcak denizlere ulaşmasına bir engel olarak gördüğü Osmanlı Devleti’ni yıkmaktı. Bunun için “Grek Projesi” adı altında bir plan dahi hazırladı. Bu projeye göre, Osmanlı Devleti yıkılacak, onun yerine bir Rus prensinin idaresinde, İstanbul’un merkez olduğu bir Grek Devleti kurulacaktı. Hatta Katerina, bu maksatla yeni doğan ikinci torununa İstanbul’un kurucusu Bizans İmparatoru Konstantin’in adını vererek, onu kurulacak bu devletin başına getirmeyi dahi planlamıştı.
Neden Sıcak Denizler?
Osmanlı-Rus muharebelerinin asıl sebebidir Rusların sıcak denizlere inme arzusu. Peki, Rusları sıcak denizlere çeken sebep neydi? Çok mu üşümüşlerdi soğuk denizlerinde? Esasen bu sorunun cevabını Rusya’nın coğrafi konumunda bulmak mümkün. Kuzeyinde buzul denizleri ile, güneyinde Osmanlı hâkimiyetindeki Boğazlar ve Karadeniz arasında kalmış Rusya, kendisine çıkış kapısı olarak Osmanlı coğrafyasını seçmişti. Rusya’nın çehresini günümüze taşıyan ve Rus modernleşmesinin öncüsü kabul edilen Çar I. Petro sıcak denizlere inme düşüncesini devlet politikası haline getirmişti. Ona göre, medeniyetin ve ilerlemenin kaynağı denizlerde saklıydı. Kuzey’den deniz yoluyla güneye, sıcak denizlere inmek, Britanya Krallığı, Hollanda, İspanya vs. örneklerinde olduğu gibi güneyin bakir topraklarının zenginliklerini St. Petersburg başta olmak üzere Rus şehirlerine taşıyarak ülkesini güçlendirmek yani düvel-i muazzama arasına girmek istiyordu. Bu uğurda teorik alt yapıyı oluşturmakla kalmayıp işi fiiliyata da döken I. Petro, Rusya tarihinin en büyük kadırgalarına sahip donanmasını kurdurmuştu. Zaman zaman bu amacını gerçekleştirmeye çok yaklaşan Rusya, karşısında sömürgecilik pastasında ortak olmayı düşündüğü diğer devletleri bulmuştu.
93 Harbi’nin Kara Lekesi Nasıl Temizlendi?
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, Rumi takvime göre 1293 yılına denk geldiğinden tarihe 93 Harbi olarak geçmiştir. Osmanlıların hem Balkanlarda hem de Kafkas Cephesi’nde Ruslara karşı büyük mücadele vermek zorunda kaldıkları ve hazırlıksız yakalandıkları savaş Osmanlı aleyhine neticelenmişti. Balkanlardaki Osmanlı savunma hatlarını aşan Ruslar herhangi bir dirençle karşılaşmadan İstanbul önlerine, Yeşilköy’e kadar gelmişlerdi. Bu gelişmeler neticesinde Osmanlı Devleti Ayastefanos Antlaşması’nı imzalamak zorunda kalacaktı. Antlaşmanın ağır şartlarından biri de savaş tazminatı olarak Osmanlılar tarafından, savaşta ölen Rus askerlerin anısına Ayastefanos’ta (Yeşilköy) bir anıt dikilmesiydi. Netice olarak yer bulundu ve anıt Rus mimar Bozarov tarafından inşa edildi. Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi üzerine anıt yıktırılmış, anıtın dinamitle havaya uçurulması Yedeksubay Fuat Bey (Uzkınay) tarafından filme alınmıştır. “Ayastefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı” adıyla bilinen film günümüzde kayıptır.
Boğaziçi’nde Bir Rus Anıtı
Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’nın Osmanlı Devleti’ne isyan etmesi ve ordularının Anadolu’ya yürümesi üzerine Sultan İkinci Mahmud, Ruslarla ittifak yapmak ve Mehmed Ali Paşa’ya karşı onlardan yardım istemek mecburiyetinde kalmıştı. Bu ittifaktan sonra bir Rus filosu ile kara kuvvetleri Boğaziçi’ne gelmiş ve Beykoz’da üslenmişti. Osmanlılar ile Hünkâr İskelesi Anlaşması’nı imzalayan Ruslar, Mehmed Ali Paşa tehlikesi bertaraf edildikten sonra birliklerini geri çekmişler, ayrılırken Beykoz’da Hünkâr İskelesi mevkiinde Serviburnu’ndaki tepeciğin üzerine bu kısa süren dostluğun bir hatırası olarak bir abide dikmişlerdi. Boğaziçi taşından yekpare, bir metre genişlik ve üç metre uzunluğundaki abidenin bir tarafında Pertev Paşa’nın Türkçe şiiri, diğer tarafında da Rusça bir kitabe bulunuyordu. Anıtın ömrü de Osmanlı ile Rusya arasındaki barışın ömrü gibi kısa olmuştu. Önce Türkçe ve Rusça metinde bazı silinmeler olmuş, Birinci Dünya Savaşı patlak verip Rusya Osmanlı karşısında yer alınca bu anıt, İttihad-ı Osmanî Mektebi talebeleri tarafından yıktırılmıştı.
Yazının tamamını Yedikıta Dergisi 89. sayısından (Ocak 2016) okuyabilirsiniz.