Osmanlı toplumunda, bırakın gayrimüslimlerin âdetlerini uygulamayı, Müslümanlarla onların kıyafetleri dahi farklıydı. Bu sebeple, ihtida eden her ferde, Müslümanlara has kıyafet alabilmesi için nakdî yardım yapılırdı. Peki bir çocuk ihtida etmişse ne olurdu?..
İslâm ile müşerref olan kişi, aslında yeni bir dünyaya da girmiş oluyordu. Bu yeni hayat ve onun getirdiği sosyo-kültürel değişimlerle birlikte mühtedi artık Müslüman gibi yaşamak, ibadet etmek, giyinmek, yemek içmek mecburiyetindeydi. Bilhassa Müslim ve gayrimüslimlerin birbirinden ayırt edilebilmesi için giyim-kuşam konusunda uyulması gereken bazı kurallar söz konusuydu.
Osmanlı’nın büyük şeyhülislâmı Ebussuûd Efendi’ye göre Kelime-i Şehadet getirip ihtida eden bir kimse, aynı zamanda Müslüman gibi giyinmek mecburiyetindedir. Osmanlı Devleti’nde ihtida eden kimselere bu sebeple bazı kıyafetlerin hediye edilmesi, zamanla bir geleneğe dönüşerek yerini mühtedilere ödenen “kisve-baha” yardımına bırakmıştır. Bu yardımın erkekler için olanına “destâr-baha”, kadınlar için yapılana ise “yaşmak baha” tabirleri kullanılmıştır. Burada en önemli mesele, ehl-i küfre benzememektir. Bunu destekler mahiyette 1757’de çıkarılan bir fermanda; reayanın giyim-kuşam kurallarına riayet etmediği ifade edilerek, bu hususun önemine bir kez daha dikkat çekilmiştir:
“Hilafet merkezi olan İstanbul’da ve civarında oturan Yahudi ve Hıristiyanların; kendilerine eskiden beri söylendiği üzere kılık kıyafetleri ve dış görünüşleri itibariyle Müslümanlara benzememek, hareketlerinde ve oturup kalkmalarında gerekli adaba riayet etmek mecburiyetinde iken bir müddetten beri haddi aşıp zimmîlere ait olmayan sof ve karışık renkli çuka biniş (bir nevi cübbe, ferace), Hint işi şal kuşak, al renkli çakşır (bir nevi pantolon) ve Müslümanlara mahsus kakım, su samuru vb. çeşitli kıyafetler giymektedirler…”
Kapak yazısının tamamını Yedikıta Dergisi 189. sayısından (Mayıs 2024) okuyabilirsiniz.