Bangladeş, hem kültür hem de coğrafya olarak bugün bizden uzak bir ülke. Ama tarihî seyirde bu durum, biraz farklılık arz ediyor. Tarih kitaplarını araladığımızda, bulundukları Asya steplerinden dünyanın dört bir yanına dağılan Türk boylarının zamanında burada bir devlet kurduğunu ve sömürge devrine kadar da coğrafyada söz sahibi olduklarını görüyoruz. Bunun yanında İslâm dinini benimsemelerinde Nakşî büyüklerinin gayretleri, Bengalcenin gelişiminde Türk yöneticilerinin teşvikleri bizleri hayrete düşürüyor…
500 Yıllık Türk Hâkimiyeti
Bengal bölgesi, İslâm fethine kadar Maurya, Gupta, Harşa, Pala ve en son da Sena imparatorluklarının hâkimiyetindedir. Tarih 13. yüzyılı gösterdiğinde, Bengal ufuklarında Afganistan boylarından Halacîlere mensup bir Türk birliği belirir. Hint Yarımadası’nda düzenli bir şekilde Türkler hâkimiyet kurmaya başlamış ve sıra Bengal coğrafyasına gelmiştir. Daimî bir geri çekilmeyi andıran bu savaşlardan Bengal de nasibini alır. Fakat bu fetihler, yıkım ve gözyaşı yerine yeniden doğmakta olan bir dil ve kalplere yerleşecek olan bir dini temsil etmektedir.
Muhammed Bahtiyar Halacî adlı bir kumandan, Bengal topraklarında görüldükten sonra bölgenin seyri de değişecekti. 1203-1204 yıllarında bölgeye giriş yapan Türkler, coğrafyayı vatanlaştırmış ve toprağı işleyerek o zamana dek âtıl kalan arazileri tarıma elverişli hâle getirmişlerdi. Araziler, bazen Delhi Sultanlığı’na, bazen de müstakil olmak üzere Leknevti Türk Sultanlığı’na tahsis edilmişti. Böylece 1757 yılında meydana gelen Plassey Savaşı’na kadar 500 yıllık bir hâkimiyet süreci başlamıştı.
Müslüman Yönetimin Dil Hassasiyeti
Bangladeş, kadim Türk coğrafyasına uzakmış gibi görünse de bugün Bengalcenin gelişmesinde ve edebî bir dil olarak müstakil hâle gelmesinde, Türklerin payı çok büyüktür. Türk kumandanı Muhammed Bahtiyar Bey, Hindulardan elde ettiği topraklarda kast sistemine son vermiş ve sistemin mağduru fakir halk için bolluk ve bereket baş göstermeye başlamıştı.
Bolluk ve bereketten Bengalce de nasiplendi. Bölgeye yerleşen Türkler, insanların Bengalce konuştuklarını fakat dua ve temennilerinde ve müelliflerin eserlerinde Sanskritçe kullandıklarını fark ederler. Bu ikiliğe sebebiyet verenler ise Hindu rahiplerdir. Öyle ki bu rahipler, Sanskritçeden başka bir dili kabul etmemektedirler. Bu dilden başka bir lisanla eser ortaya koyanların ebediyen Cehennem’de yanacaklarına dair yaygın bir kanaat geliştirmişlerdir.
Bu durum, Müslüman sultanları düşündürse de bölgeye temelli yerleşebilmek için bir fırsattı aslında. Hem İslâm’ı tebliğ etmek hem de yerli halk tarafından kabul gören bâtıl Hindu geleneklerini ortadan kaldırmak gayesiyle Bengalceyi desteklerler. Bengalce eser ortaya koyanları himaye altına alıp dilin muhafazasını temin ederler. Müslüman yönetimin dil hassasiyeti, bölgedeki diğer dinlere mensup yazar ve edebiyatçıların da dikkatini çeker. Hatta Budist olduğu iddia edilen Ramai Pandit, şiirlerinde ülkenin muzaffer fatihleri olan Türkleri, Hz. Allah’ın gönderdiği kişiler olarak selamlamıştır.