Arşivlerdeki vesikalar, kütüphanelerdeki nadir eserler, müzelerdeki envanterler, tarihî binalardaki kitabeler, tezyinatlar ve yekvücut mimarinin kendisi, geçmişin doğru bir şekilde aydınlatılmasında ve anlatılmasında birer kaynak vazifesi görmektedir. Zira tarihi doğru bir şekilde yazmanın ve inşa etmenin yolu, bu güzergâhlardan geçmektedir. Geçmişin kaybolan, unutulan ve ihmal edilen unsurları, buralardaki kıymetli belgeler ve bilgiler ışığında yeniden hatırlanmakta ve zihnimiz tazelenmektedir.
“Ketebe Yoksa Hüküm Vermek Doğru Olmaz!”
Bu cümleden olarak, bundan tam 223 yıl evvel, ikinci defa inşası tamamlanan; İslâm âlemi için maddî ve manevî ehemmiyeti olan Eyüp Sultan Camii’nin, iç ve dış duvarlarının, celî sülüs ve ta‘lik kitabelerini yazan hattatların kimler olduğu, bilim dünyası tarafından bilinmiyordu. Mimarlık tarihi ve hat sanatı ile meşgul olanlar, buradaki kıymetli hatların, hangi hattatlara ait olduğu noktasında nice tetkikler yapmışlar ve müzakerelerde bulunmuşlardır. Hatta devrin bilinen muhtelif hattatlarının yazıları üzerinden, kıyaslar yaparak bir çıkarımda dahi bulunmak istemişlerdir. Ancak gelinen son noktada, şu ortak kanaat ve netice hâsıl olmuştur: “Eğer hattat, yazdığı yazının sonuna ketebe, yani imza koymadıysa; onun kim olduğu hakkında hüküm vermek doğru olmaz!”
Osmanlı Arşivi Uçsuz Bucaksız Denize Benzer
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’ne başladığımızda kıymetli bir hocamız, “Osmanlı Arşivi engin, ucu bucağı olmayan bir denize benzer. Biz bu engin denize dalıyor, bulabildiğimiz ne varsa çıkarıyor ve eserlerimizi o şekilde veriyoruz.” demişti. Bu ifadeler, üzerinden 23 yıl geçmesine rağmen, hâlen tesirini ve sıcaklığını muhafaza etmeye devam ediyor. Bizler de hocalarımızın tavsiyeleriyle, Osmanlı Arşivi’nin engin sularında kulaç atmaya başladığımızdan beri, nice vesikalara tesadüf ettik. Her attığımız kulaç, ufkumuzu daha da genişletti ve bizlere, tarihimiz ile alâkalı birçok araştırma ve yayın yapma fırsatını bahşetti. Bu araştırmalardan biri de Eyüp Sultan Camii ve Külliyesi ile alâkalıydı. Bu araştırma esnasında, caminin ikinci defa inşasına ait vesikalar da karşımıza çıktı. Bunlardan biri, âdeta Eyüp Sultan Camii’nin tarihini yeniden yazdıracak türdendi. Milyonlarca vesika içinde bulduğumuz bir sayfalık vesikanın satırları arasındaki bilgilerin tarih, edebiyat, mimarlık ve hat sanatı açısından literatüre çok mühim bir katkı sağlayacağına inanmaktayız.
Eyüp Sultan Camii’nin İlk Bânîsi: Fatih Sultan Mehmed Han
Kostantiniyye’nin fethinin hemen akabinde ni’me’l-emir Fatih Sultan Mehmed Han, bu şehirde medfun Ashab-ı Kiram hazarâtının nurlu kabirlerinin tespitini arzu eder. Bunun için öncelikle Müslümanların ilk İstanbul kuşatmasında şehit olduğu bütün kaynaklarda sabit olan Sahabe-i Kiram’dan Mihmandâr-ı Resûl, Alemdâr-ı Cenâb-ı Resûl-i Bârî namıyla meşhur Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri’nin kabrinin bulunması için ni’me’l-ceyşin en büyüklerinden, âlim, fâzıl ve hekim olan hocası Şeyh Akşemseddin Hazretleri’ne müracaat eder. Bunun üzerine Akşemseddin Hazretleri, keşif ve kerametiyle Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin (r.a.) kabrinin yerini bulur.
“Hayat ile meşrut olmayıp, öldükten sonra dahi faydaları kesilmeyen, sevabının sonu bulunmayan, tükenmek bilmeyen sadaka, vakıftır.” düsturundan hareketle birçok vakıf tesis eden Fatih Sultan Mehmed Han, Halid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensarî (r.a.) Hazretleri’nin ruhunu şâd etmek için de kabrinin üzerine bir türbe, etrafına da cami, 16 hücreli medrese, hankâh, imaret, çifte hamam gibi aslî unsurlardan müteşekkil Eyüp Sultan Külliyesi’ni inşa ettirir. Haliç’in kıyısında, büyük sahabinin ismini taşıyan semtte kurulan bu mimarî şâheser, müştemilatıyla beraber 863’te (1458-1459) tamamlandığında, İstanbul’un Türk-İslâm yapısı ilk selâtin camii külliyesi hüviyeti kazanır. Bundan dolayı, İstanbul’un mimarî yapıları arasında müstesna bir yere sahiptir.
Hafız Hüseyin Ayvansarâyî’ye göre cümle kapısı üzerinde yer alan dört mısralık kitabe, caminin 863’te (1458-59) inşa edildiğini gösterir:
Çün sekiz yüz altmış üç sâlinde bu
Câmii Sultan Mehemmed yaptı nev
Kâne hâzâ misle cennâti’n-naîm
Mecmaun lillâhi min-kavmi’ttekav.
863 (1458-59).
Fatih Sultan Mehmed Han tarafından inşa edilen, Osmanlı sultanlarının ve devlet adamlarının gayretleriyle birçok defalar tamir gören, ilavelerle daha da ziynetlendirilen Eyüp Sultan Camii ve Külliyesi’nin mimarî olarak geçirdiği en büyük değişim, 1798-1800 tarihleri arasında, Sultan Üçüncü Selim Han zamanındadır. Bu değişimin sebebi ise İstanbul’da yaşanan büyük bir deprem âfetidir.
Kapak yazısının tamamını Yedikıta Dergisi 181. sayısından (Eylül 2023) okuyabilirsiniz.
1 Yorum