Dünya Tarihi, Kapak, Manşet

Dünya Tarihine Pandemili Bakış

ispanyol gribi

Salgın hastalıklar, insanlık tarihini değiştirecek kadar büyük tesirler bıraktı. Keşiflere, kültürel ve ekonomik dönüşümlere, yeni toplum sınıflarının ortaya çıkmasına, topyekûn rejim değişikliklerine ya doğrudan yahut dolaylı olarak tesir etti. Vebadan çiçek hastalığına, gripten, koleraya dünya siyasî tarihini etkileyen salgınlar, insan üzerinde derin izler bıraktı. İşte salgınlardan devşirilen zafer ve mağlubiyetlerin kısa tarihi…

Salgın hastalıklar, ilk defa M.Ö. 431-404 yıllarında Atina ile Sparta arasında cereyan eden Peloponez savaşlarında başrol oynamıştır. Atina’da meydana gelen veba salgını, halkı öldürdüğü gibi Atina ordusunun üçte birini yok etti. Bu salgın, Atina yenilgisinin de en önemli sebeplerinden biri olarak gösterilir.

Roma’nın Çöküşünü Başlatan Salgın

Roma İmparatorluğu en şaşalı devrinde, bir kızamık salgını tarafından istila edilmişti. 250 yılında başlayan salgın, 15-20 yıl devam etti. Neticede Roma’da geri dönülmez değişimlere de yol açtı. Her gün zengin fakir ayırt etmeksizin, binlerce insan hayatını kaybediyordu. Ölenler arasında bazı Roma imparatorları dahi vardı.

Çoğunlukla taşrada yaşanan kızamık vakaları, insanların kitleler hâlinde şehirlere göç etmesine sebep oldu. Boşalan sahalarda ziraî üretim durdu ve böylelikle kıtlığa davetiye çıkmış oldu. Ancak her kriz, beraberinde fırsatlar da getiriyordu.

O tarihlerde putperest (pagan) olan Roma halkı yaşananlara mana veremeyince, yer altına gizlenmiş olan Hıristiyanlık, gün yüzüne çıkmaya başladı. Hıristiyanlar salgın sırasında hastalarla yakından ilgilenmeye başladı. Bu da Hıristiyanlığa geçenlerde artışa sebep olmuştur. Fakat bu devir, aynı zamanda, pagan âdetlerinin de tesiriyle Hıristiyanlığın daha fazla tahrif edilmeye başladığı bir devirdir.

Eriyen nüfus ve korku, Roma’nın politikasını da etkiledi. Roma artık taarruz değil, savunma refleksiyle manevra yapmaya başladı. Bu dönemlerde eş zamanlı olarak Hun, Vizigot ve Ostrogot akınları da artmaya başlamıştı. Roma, artık güçten düşüyordu.

Bizans’ı Veba Salgını Durdurdu

Roma İmparatorluğu ikiye bölünmüştü. Batı Roma tarih olurken, Doğu tarafı en kudretli devirlerini yaşamaktaydı. Bizans’ın en güçlü hükümdarlarından I. Jüstinyen, (483-565) Batı Roma’nın çoğuna hâkim olarak, Roma’yı yeniden birleştirmenin eşiğine geldi. Ancak Doğu’dan gelen hıyarcıklı veba, Jüstinyen’in saltanatının önüne taş koydu. Jüstinyen Vebası olarak bilinen bu salgında belki de o zamanki dünya nüfusunun yarısına eşit olan 50 milyon insan, hayatını kaybetti. Salgın o kadar büyüktü ki etkisi 200 yıl devam etti. Bizans, eski gücünü ve topraklarını kaybetti. Roma İmparatorluğu ise bir daha asla birleşemedi ve Avrupa’da ortaya çıkan otorite boşluğu bu kıta için “Karanlık Çağı” başlattı.

Salgın, İslâm fütuhatının hızla devam ettiği yıllarda yeniden ortaya çıktı. Hazret-i Ömer (r.a.) devrinde Şam’da çıkan veba salgını, Ebu Ubeyde bin Cerrah, Muaz bin Cebel, Yezid bin Ebu Süfyan, Hâris bin Hişam ve Süheyl bin Amr (r.anhüm) gibi Ashâb-ı Kirâm’dan pek çok meşhur zatın da vefatına sebep oldu. Salgın, elbette Jüstinyen Vebası’nın artçı dalgalarından biriydi.

londra gemi
Londra’da Çiçek hastaları için kullanılan gemiler – 1881

Kara Veba Avrupa’yı Emperyalizme Götürdü

14. yüzyılda ortaya çıkan Kara Veba pandemisi de çok yıkıcı olmuştu, özellikle Avrupa için. Avrupa’da bilhassa çok sayıda köylü, hayatını kaybetti. Bu da toprak sahiplerinin iş gücü sıkıntısı yaşamasına sebep oldu. Geride kalan insanlar, daha fazla pazarlık gücü elde etti. Yani işçilerin, toprak sahiplerine borçlarını ödemek adına çalıştırıldığı eski feodal sistem parçalanmaya başladı. Bu parçalanma, Avrupa’yı ticaret odaklı ve nakit bazlı yeni sisteme itti. O zamana kadar deniz yolculukları ve keşifler, çok tehlikeli görülüyordu. Ancak vebanın sebep olduğu yüksek ölüm oranları ve durma noktasına gelen ticarî faaliyetler, insanları salgından kaçmak için daha istekli hâle getirdi. Bu da sömürgeciliğin yayılmasına yol açtı.

İşçi maliyetleri arttığından, daha ucuz işçiliğin yollarını aramaya başladılar. Önce sömürgelerden köle devşirme yoluyla sorun çözülmeye çalışıldı. Sonraki yüzyıllarda sanayileşmenin getirmiş olduğu teknolojik hamleler sayesinde insanın yerini makine almaya başladı. Yani vahşi köleliği insan sevgisi değil, daha ucuz işçilik arayışları kaldırmıştı. Netice olarak salgın, Avrupa’da emperyalizmi güçlendirmişti.

Muktedirlerin tahtlarını hırpalayan Kara Veba’nın, Avrupa’nın ekonomik elitini tasfiye edip dinî kurumlara dokunmaması elbette beklenemezdi. O yıllara kadar Avrupa’da mutlak güce ulaşmış olan Katolik Kilisesi, salgının yayılmasıyla istikrarsızlığa düştü.

Kilisedeki yozlaşma, bu dine inananlara bir umut ışığı vaat edemiyordu. Tam bu noktada başta Flagellantlar (kırbaçlayan/lar) olmak üzere pek çok inanç grubu zuhur etti.

Flagellantlar, Katolik Kilisesi’ne karşı, bulundukları şehirlerde küçük ayaklanmalar başlatarak kendi ritüellerini pratiğe dökmeye başladılar. Caddelerde ve sokaklarda kendini kırbaçlayan insanlar, bir ayin yönetirmişçesine yürüyüşler düzenlediler. Çoğu araştırmacının tezine göre Flagellant örgütü, ileride Martin Luther liderliğinde örgütlenecek reform hareketinin işaret fişeğini ateşledi. Dolayısıyla Protestanlık, bir nevi veba salgınının evladıydı.

Amerika’nın Çiçekle Gelen Felaketi

1492 Amerika kıtası için kritik bir yılı ifade eder. Kristof Kolomb, Amerika’daki Hispanyola Adası’na (bugün Dominik ve Haiti’nin olduğu ada) ayak bastığında kıtanın felaket günleri de başlamış oldu. 15. yüzyıl itibariyle Avrupalıların bünyesi, çeşitli hastalıklara alışmıştı. Ancak söz konusu organizmalar, yerlilerin bünyesi için oldukça ölümcüldü. Son tahlilde kâşifler(!) korkunç gaddarlıklarının yanında kıtaya kızamığı, gribi ve çiçek hastalığını da getirdiler. Özellikle çiçek hastalığı, o zamanki Amerika’nın 60 milyonluk nüfusunun 56 milyonunu yok etti. 1508 yılında 60 bin nüfusu olan Hispanyola Adası’nda, 35 yıl sonra 2 bin kişi kalmıştı. Çiçek hastalığı, kıtanın sömürgeleştirilmesini kolaylaştırdı. Bu durum küresel ekonomiyi de değiştirmişti. Yeni Dünya’nın maden servetinin altın ve gümüş şeklinde sömürülmesi, İspanya’da büyük bir enflasyona yol açtı. Araştırmacı ve ekonomistler, bu fiyat devriminin modern kapitalizmin doğmasında önemli bir dönüm noktası olduğunu aktarırlar.

Çiçek hastalığının tesiri bununla da sınırlı kalmaz. Hayatta kalan az sayıda insan, eldeki arazileri yeterince işleyemediği için çok büyük alanlar, ormana veya çayıra dönüştü. Tahmini 560 bin kilometre karelik bir alan… Bitki ve ağaç sayısındaki bu muazzam büyüme, karbondioksit seviyesinde azalma sağlayıp dünyanın geniş bölgelerinde sıcaklığın düşmesine sebep oldu. Bilim insanları, volkanik patlamalar ve güneş faaliyetlerinin azalmasıyla birlikte bu hadisenin de dünyanın pek çok yerinde sıcaklığın düştüğü, “küçük buz çağı” ismi verilen dönemin başlamasına sebep olduğunu söylediler. İronik olan ise bu hadiseden en çok etkilenen yerlerden biri, düşük oranda mahsul ve kıtlıklarla mücadele eden Avrupa’ydı.

amerikan askerleri
İspanyol Gribi muayenesi yapılan Amerikan askeri (Aralık 1918)

İspanyol Gribi Modern Tıbbı Geliştirdi

1918 yılına gelindiğinde, dünya unutulmuş bir salgının pençesindeydi: İspanyol Gribi, dünya nüfusunun üçte birine bulaşmış ve yaklaşık 50 milyon insanın ölümüne sebep olmuştu. Bu salgın, Birinci Dünya Savaşı’ndan daha çok kayıp verdirmesine rağmen savaşın gölgesinde kalarak hafızalarda çok yer edemedi. Bunda, savaş sebebiyle uygulanan sansürün de etkisi vardı elbet.

Tıbbın sunduğu imkânlar, o dönemde salgınla baş etme bakımından çok sınırlıydı. Halk sağlığı otoritelerinin, viral salgınlarla başa çıkabilmek için hiçbir resmî protokolleri yoktu yahut yetersizdi. Doktorlar, hastalığın sebebinin virüs değil, bakteri olduğunu düşünüyorlardı. Tedavi imkânları çok sınırlıydı. Düşünün ki dünyada ilk antibiyotik 1928 yılında, ilk grip aşısı ise 1940’larda bulunmuştu. Daha da hayatî olanı, halkın genel olarak ücretsiz başvurabileceği sağlık hizmetlerinin bulunmamasıydı. Zengin ülkelerde bile hijyen hâlâ önemli bir meseleydi. Salgınların yol açtığı büyük yıkım, kamu sağlığı alanında, yani tıbbın imkânlarının kitlelere sunulması konusunda büyük adımlar atılmasına yol açtı. 1920’li yıllarda ilk defa Sağlık Bakanlıkları kurulmaya başlanmıştı. Salgın sırasında sağlık konusundaki yetkililer, kabine toplantılarına girememiş; ihtiyaç duydukları fonlar ve yetkiler için başka devlet yetkililerine yalvarmak zorunda kalmışlardı. 1923 yılında bugünkü Birleşmiş Milletlerin öncesi olan Milletler Cemiyeti, Sağlık Örgütü’nü oluşturdu. Bugün bildiğimiz Dünya Sağlık Örgütü (WHO) çok daha sonra, 1948 yılında kurulacaktı.

Birinci Dünya Savaşı ve İspanyol Gribi’nin yol açtığı ölümler, geride ekonomik bir enkaz bıraktı. Birçok ülkede salgından sonra, ailenin dükkânını açacak, tarlasını sürecek, hayvanını güdecek, mesleğini ve ticaretini icra edecek, evlenip ölenlerin yerine yeni kuşaklar yetiştirecek genç erkeklerin çoğu hayatını kaybetmişti. O kadar çok erkek ölmüştü ki milyonlarca kadın, kendilerine bir eş bulamamıştı.

Çin’de Şangay metrosundaki maskeli yolcuları gösteren kare, salgın sonrasında alışacağımız manzaralardan olacağa benziyor

Bugün yaşadığımız küresel salgın, neler getirecek  göreceğiz. Belki de yıllar sonra tarihçiler, bugün yaşadığımız süreci ileride yeni bir çağın başlangıcı olarak tanımlayacaklar…

Kaynaklar: Nükhet Varlık, Akdeniz Dünyasında ve Osmanlılarda Veba 1347-1600, İstanbul 2017; Prof. Dr. Orhan Kılıç, “Orta ve Yeni Çağlarda Salgın Hastalıklar, Göç ve İskân”, Geçmişten Günümüze Göç, C:2, s. 1237-1249, Samsun 2017; Kemal Özden-Mustafa Özmat, “Salgın ve Kent: 1347 Veba Salgınının Avrupa’da Sosyal, Politik ve Ekonomik Sonuçları”, İdeal Kent Dergisi, S.12, s. 60-87, Nisan 2014.

 HAZİRAN SAYIMIZIN TAMAMINI BURADAN OKUYABİLİRSİNİZ

 

Sarıhumma Haiti’ye Yaradı

Günümüz Haiti’sinde 18. yüzyılda başlayan sarıhumma salgını, pek çok insanı yerinden yurdundan edip öldürmüştü. Ancak Haiti’nin Afrika’dan getirilen köle yerlileri, hastalığa karşı dayanıklıydı.

1794 yılında adaya çıkartma yapan İngiliz askerleri açısından ise sarıhumma, yepyeni bir kapalı kutudur. Takvimler, 1795 yılını gösterdiğinde İngilizler, sayıları onlar ve yüzlerle ifade edilebilecek rakamlarla birer birer hastalığın pençesine düştü. Salgının ve aynı yılda patlak veren köle isyanının da rüzgârlarıyla İngilizler geri çekilmek zorunda kaldı.

1802 yılında bu defa Napolyon, 35 bin askerden müteşekkil bir orduyu Haiti’ye gönderdi. Hâlbuki aynı dönemde adanın üstünü örten sarıhumma salgını hâlâ diriydi. 1804 yılına gelindiğinde Napolyon’un ordusunun üçte ikisi imha olmuştu. Aynı yıl Napolyon, adada kalan askerlerinin tamamını geri çekmek zorunda kaldı. Hülasa; İngilizlerin ve Fransızların mikrop karşısındaki aczi ve cereyan eden isyanların da verdiği ilhamla birlikte Haitililer, Karayipler’de bağımsızlığını elde eden ilk millet olmuştu.

Sığır Vebası Afrika’yı Sömürgeleştirdi

1888-1897 yılları arasında yaşanan Sığır Vebası (rinderpest), Afrika’nın sığırlarının %90’ını öldürüp Afrika Boynuzu, Batı Afrika ve Güneybatı Afrika bölgelerindeki toplulukları harap etti. Büyükbaş hayvanların yitirilmesi, açlığa ve toplumda bir çöküşe sebep oldu. İnsanların birçoğu, toprağı sürmek için öküze güvendiğinden, ekin yetiştirme alanları da etkilendi. Hastalığın neden olduğu keşmekeş, Avrupa ülkelerinin 19. yüzyılın sonlarında Afrika’nın büyük alanlarını sömürgeleştirmesini kolaylaştırdı. 1884-1885’te Berlin Konferansı’nda, aralarında Birleşik Krallık, Fransa, Almanya, Portekiz, Belçika ve İtalya’nın da olduğu Avrupa’dan 14 ülke, Afrika’yı aralarında bölüştüler. Planlar, bu konferansın sonrasında resmîleşti. Bu planlar, kıtada çok büyük bir etki oluşturmuştu. 1870’lerde Afrika’nın yalnızca %10’u, Avrupa sömürüsü altındayken 1900’lere gelindiğinde bu oran, %90’a çıkmıştı. Haksız toprak alımı, sığır vebası salgınında meydana gelen kargaşa ile desteklendi.

Önceki MakaleSonraki Makale

3 Yorum

    1. Gerçekten çok zor elde edilebilecek belki de hiç elde edemeyeceğimiz inci tanesi gibi bilgiler bu dergide yer almaktadır. Okurken gerçekten insan huzur buluyor. Yeni ,gerçek ve yaşantımıza görüşümüze bakış açımıza yön verecek bilgileri en doğru olarak bu dergiden okuyoruz. Hazırlayan lardan Allah Celle celalühü 1000 kere razı olsun.böyle gerçek ve samimi derin bilgilere ulaşmak bu zamanda çok zor. Hazırlayıp önümüze İskender kebabı gibi koymuşlar. Ama maalesef biz Türk milleti olarak hazıra bile yemekten aciziz. Dergi okumadığım günü çok büyük eksiklik olarak hissediyorum içimde gerçekten.yeni kıta ve insan ve hayat dergisi okudukça tarihimizin ve birçok diğer sosyal bilgilerinde ne kadar yanlış öğretildiğini anlıyorum.bu derginin ortaokul lise ve üniversitelerde ders olarak okutulması bile gerekir diye düşünüyorum. Tekrar tekrar teşekkür ediyorum hazırlayan tüm emeği geçenlere.

  1. Çok faydalı buldum.teşekkür ediyorum.çalışmalarınızdan dolayı tebrik ediyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir