Ülkemiz, tarihî miras bakımından muhteşem bir zenginliğe sahip. Anadolu’nun bereketli topraklarında nice medeniyetin izleri var; her taşın, her yapının ardında bir hikâye gizli. Elbette hepsini gezmeye, keşfetmeye bir ömür yetmez. Ama biz, bu müstesna geçmişin izini sürmeye devam ediyor, tarih yolunda adım adım ilerliyoruz. Bu defa yönümüzü, Aydın’ın kalbinde yer alan asırlık bir yapıya çeviriyoruz: Cihanoğlu Camii…
Sıcak bir temmuz günü, seher vakti çıktık yola. Aracımız, Menderes Irmağı’nın suladığı bereketli ovalar üzerinde usul usul ilerliyor. Güneş, bu sabah zeytin yapraklarının arasından bir başka selamlıyor bizi. İncir ağaçları, kendine has bir dille karşılıyor. Düşüncelerimiz uzaklara, çok uzaklara dalıyor… Binlerce yıl önce bu topraklardan geçmiş tarihçi Herodot geliyor aklımıza. Aydın için söylediği “Gökyüzünün altındaki en güzel yeryüzü” sözü yankılanıyor içimizde. Meşhur seyyahımız Evliya Çelebi’yi de unutmuyoruz elbette. Bizim arabayla geçtiğimiz yolları, at sırtında aşan Çelebi, “Dağlarından yağ, ovalarından bal akar.” diye tarif etmiş bu diyarı. Asırlardır dilden dile dolaşan bu sözler, bize bir hakikati fısıldıyor: Allah’ın rahmeti, bu coğrafyada başka türlü tecelli etmiş.
Ziyaret edeceğimiz yer hakkındaki gerekli malumatları, seyahatimizden önce öğreniyoruz. Olması gereken de budur zaten. Gitmek istediğiniz yerler hakkında, önceden okuma ve araştırma yaparsanız, seyahatinizin daha verimli ve keyifli olacağını garanti ediyoruz.
Seyahatimizin varış noktası olan Cihanoğlu Camii, aslında bir külliyenin parçası; medrese, sebil ve çeşmeden oluşan bu yapılar manzumesi, yaklaşık 270 yıllık bir geçmişe sahip. Külliye, Sultan Üçüncü Osman Han döneminde (1756-57) inşa edilmiş. Bânîsi ise Aydın, Koçarlı ve Nazilli yöresinde hüküm sürmüş ayan ailelerinden Cihanoğullarına mensup Abdülaziz Efendi. Hafızamız, bunun gibi nice kitabî bilgiyle dolu. Aslında yolculuğumuzu heyecanlı kılan da tam olarak bu bilgiler.
Asırlık yapıyı uzaktan seçiyoruz. Bize yoldaşlık eden çam ağaçlarının arasından süzülerek külliyenin önüne varıyoruz. Sabırsız bekleyişimiz artık sona eriyor. Şimdi, tarihe dokunma vaktidir. Külliye, Aydın’ın merkezinde, Efeler ilçesine bağlı Köprülü Mahallesi’nde yer alıyor. Eski kervan yolu güzergâhında bulunan bu yapı, Osmanlı döneminde “At Pazarı” olarak bilinen mevkide yükseliyor.
Külliye, eğimli bir arazi üzerine inşa edilmiş. Tarihî yapının bir yanı toprağa gömülüyken, diğer yanı revaklı kemerler üzerinde yükseliyor. Caminin duvarı ile revaklı galeri kısmının kesiştiği noktada ise bir çeşme-sebil yer alıyor. Bu çeşme, Aydın’daki en ihtişamlı su yapılarından biri olarak kabul ediliyor. Ayrıca, çeşme ve sebil kısmının tek bir yapı olarak bir arada inşa edildiği nadir örneklerden biri olduğunu da öğreniyoruz. Dikdörtgen plana sahip çeşme-sebil, tuğladan inşa edilmiş. Üzerinde bir inşa kitabesi yer alıyor. Bu kitabe sayesinde, yapının külliyenin bânîsi Cihanoğlu Abdülaziz Efendi tarafından yaptırıldığı anlaşılıyor.
“Kim bilir, kimler bu çeşmeden su içti, hayrat sahibine ne dualar ettiler?” diye geçiyor aklımızdan. Tebessüm ederek çeşmenin yanından uzaklaşıyor, revakın gölgesine doğru adım atıyoruz.
Merdivenlerden çıkıp külliyenin bahçesine varıyoruz. Burası aynı zamanda caminin avlusu. Çam ağaçları, dallarını avluya doğru uzatmış; serinlemek isteyenlere âdeta kol kanat geriyor. Bu çamların dostluğuna, ceviz ve palmiye ağaçları da eşlik ediyor.
Kavurucu temmuz sıcağında fazla duramıyor, hemen gölgelik bir yere çekiliyoruz. Etrafa dikkatle bakıyoruz. Karşımızda, avlunun merkezinde tüm ihtişamıyla yükselen bir cami var. Hemen yanı başımızda, en az cami kadar zarif bir şadırvan yer alıyor. Az ilerideyse külliyenin diğer bir unsuru olan medrese binası dikkat çekiyor.
Etrafa dikkatle bakıyoruz. Sonra birden, yine maziye dalıyoruz. Bu müstesna yapının, düşman işgaliyle karşı karşıya kaldığı zamanlar geliyor aklımıza. İşgal yıllarında külliye tahrip edilmiş, medresesi ateşe verilmiş. Düşman, postallarıyla caminin mihrabına basmış; minaresine kendi bayrağını çekmiş. “Ne kadar acı, değil mi?” diyoruz kalbimizden. Ama ardından bugüne de şükrediyoruz; çünkü kaybettiğimiz topraklarda kalan nice caminin başına gelenleri hatırlayınca… Asırlık yapı, 1950’lere kadar âtıl bir hâlde kalmış. Bu tarihten sonra 1950 ve 1967 yıllarında geçirdiği restorasyonlarla yeniden hüviyetine kavuşmuş.
Yazının tamamını Yedikıta Dergisi 201. sayısından (Mayıs 2025) okuyabilirsiniz.