“İlim sahibi muktedir bir şehzadelerini, en az 20 bin askerle gönderirlerse bu şehzadeyipadişahımız yapıp hutbe ve sikkeyi onun adına tahsis ederim. Eğer şehzadelerden biri gönderilemezse Şam, Mısır ve Irak’taki vezirler gibi bir vezir gönderiversinler. Onu dahi can u gönülden kabul ederiz.” Buhara Hâkimi Muhammed Masum Han-1789
16.asırda Kazan Hanlığı’nın son bulmasının ardından Orta Asya’da Özbek Hanlıkları kuvvet kaybetmiş, İran’da Safeviler, Kafkasya’nın kuzeyinde ise Ruslar etkinliklerini artırmıştır.Bölge Müslümanlarının açıkça aleyhine olan bu durum siyasî hâkimiyetin zayıflaması kadar, dinî hayatlarını devam ettirme noktasında da olumsuzluklar yaşanmasına sebep olmuştur. Dinî hayatta yaşanan zorluklardan bir tanesi de İslâm’ın beş temel şartından biri olan hac ile alakalıdır. Sonuçta Orta Asya ve İdil bölgesinde yaşayan Müslümanlar 17. Asrın nerdeyse tamamında, 18. asrın da son çeyreğine kadar meşru olarak hac yolculuğuna çıkamamışlardır. Bu engellemelerde ne yazık ki, bugünkü İran coğrafyasına hükmeden Şii Safevi devletinin mezheb taassubunun etkisi büyüktür.
Sultan Üçüncü Ahmed ve Birinci Mahmud dönemlerinde, Nadir Şah idaresindeki İran ile Osmanlı Devleti arasındaki karşılıklı görüşmelerin temel maddelerinden biri; Orta Asyalı hacıların İran üzerinden Bağdat’a ulaşmalarında kolaylık sağlanması idi. Ne var ki, anlaşmalar beklendiği gibi neticelenmediğinden; İran üzerinden güvenli yolculuğun bu dönemde başladığını söylememiz mümkün değildir.
Yazının devamını Yedikıta Dergisi 97. sayısından (Eylül 2016) okuyabilirsiniz.