Eskiden şehirleri birbirine bağlayan sadece yollar, raylar veya telgraf telleri değildi. Bir ressamın fırçasıyla da bağlanabilirdi birbirinden çok uzakta ve bir o kadar da mukaddes olan şehirler…
18. yüzyıl sonlarına kadar Türk resim sanatı genel manada, minyatür ve tezyinata ait eserler çerçevesinde şekillenmişken, yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı Devleti’nin Avrupa’yla giderek artan diplomatik ve ticarî ilişkileri, kültürel sahada da kendini gösterdi. Üçüncü Selim Han’ın Mühendishane-i Berrî-i Hümayun’un ders programına resim dersini koydurması neticesinde (1784), Osmanlı memleketinde Avrupa tarzı resim yapma ve yağlı boya kullanarak tablo teşekkülleri özellikle 19. yüzyılın başlarından itibaren hız kazandı. Başta Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere ve İstanbul gibi İslam âleminin mukaddes saydığı beldeler ressamlar tarafından resmedilmeye başlandı. Bu eserlerin en nadide olanlarından biri, hiç şüphesiz Mimarzâde Mehmed Ali Efendi’nin 1905’te yaptığı “kompozisyon” tablodur. Osmanlı döneminin en değerli şaheserlerinden biri olarak gösterilen tablodaki Mekke, Medine ve İstanbul tasvirleri Osmanlı’nın dünyaya bakışını, feza ve gezegen tasvirleri de Devlet-i Aliyye’nin kâinat tasavvurunu gözler önüne sermekte.
Yazının devamını Yedikıta Dergisi 90. sayısından (Şubat 2016) okuyabilirsiniz.