İçindekiler
Tarih boyunca büyük hadiseler, büyük değişiklikleri beraberinde getirmiştir. Büyük İskender’in seferlerinden Moğol istilasına, İstanbul’un fethinden dünya savaşlarına askerî, ekonomik ve teknolojik alanda olduğu gibi büyük salgınlardan sonra da yaygın tabirle “hiçbir şey eskisi gibi olmamış”, dünya yeniden kurulmuştur…
İnsanın yaratılışında bulunan iyi ve kötünün mücadelesiyle yeryüzünde zulüm, fitne-fesat, sömürü her devirde görüldüğü gibi buna karşı adalete, doğru yola davetler de eksik olmamıştır. Nuh Aleyhisselâm’ın, “Yeryüzünde kâfirler kalmasın, çünkü onların çocukları da kâfir oluyor!” manasına gelen duası kabul edilmiş ve tufanda bütün müşrikler boğulmuş, sadece gemiye binen inananlar kurtulmuştu. Fakat tufandan sonra insanlar yeniden putlara tapmaya başladılar.
Cengiz istilası sürerken Müslümanların büyük bir kısmı her şeyin bittiğini, kıyametin yaklaştığını zannetmişti. Ancak birkaç nesil sonra Cengiz’in ahfadı/torunları, Müslüman oldu ve İslâm medeniyetinin en parlak devirlerinden bazıları yaşanmış oldu.
Diğer taraftan Emir Timur’un Türkistan’dan kalkıp nice devletleri ortadan kaldırması, ardından Osmanlı’ya Fetret Devri’ni yaşatması, fakat bilahare peşpeşe gelen zaferler, zenginlik ve Osmanlı’nın âdeta budanarak çok daha güçlü bir şekilde ayağa kalkması, kaderin cilvelerindendir. Bu manada Osmanlı’nın 20. yüzyılı görebilmesinin altında, Emir Timur’un zamanında gelip budaması olduğu, ciddi tarihçilerin tespitlerindendir. Hemen bütün cihanşümul devletler en fazla 3 veya 5 nesil bu vasfını koruyabildiği halde, Osmanlı’nın beş asır boyunca üç kıtadaki hâkimiyetini sürdürmesinde, Timur’dan sonra da Rusya ve İran ile Avrupa güçlerinin, payitahttaki sultanlara rahat ve rehavet fırsatı vermemiş olmasının etkisi önemlidir.
Sonun Başlangıcı
Diğer felaketler gibi büyük salgınlardan sonra birçok şey değişmiş, siyaset yeni bir çerçevede kurulmuştur. Tarihteki büyük salgınlar akabinde “uluslararası sisteme format atılması”nın birçok örnekleri vardır. Hindistan’da ortaya çıkıp Osmanlı ülkesinde de tesirini gösteren kolera salgınları neticesinde imzalanan Osmanlı-İngiliz Ticaret Antlaşması ve sonrasındaki gelişmeler, bu açıdan son derece enteresandır. Öncelikle belirtmek gerekir ki bu antlaşmanın tek saikinin bu yıllarda yaşanan kolera salgını olduğu ileri sürülemez. Çünkü bu süreçte Mısır’da, Mehmed Ali Paşa isyanı başta olmak üzere İngilizler ile diğer güçlerin müdahil olduğu başka birçok iç ve dış hadiseler vardır. Ancak Osmanlı iktisadını sarsıntıya uğratan sözleşme sürecinde bu büyük salgını da kesinlikle hatırlamak gerek.
İngiliz sömürgesi altındaki Hindistan’ın Ganj Nehri, Hindularca kutsal kabul edilir. Ölüler buraya atılır ve belli zamanlarda milyonlarca kişi aynı anda bu nehirde yıkanır. Böylece nehir, âdeta mikrop deryası hâline gelir. Taşkınlar sonucu mikropların geniş alanlara taşınmasıyla 1800’lerin başından itibaren bu bölge, birçok kolera salgınının kaynağı olmuş, hastalık, İngilizler tarafından dünyanın her yerine taşınmıştır.
Salgının Osmanlı coğrafyasında da yayılması üzerine Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi, bir “Kolera Risalesi” yazmıştır. Henüz kolera mikrobunun bilinmediği bu dönemde yazılan risale, Almanca ve başka dillere de çevrilmiştir. Bu risale, Akşemseddin Hazretleri’nin çiçek hastalığının müsebbibi olarak mikropları işaret eden risalesini hatırlatmaktadır.
1817-1824 arasındaki birinci kolera salgını, Ganj deltasından önce uzakdoğu ülkelerine yayıldı. İngilizler bu hastalığı Afganistan, Rusya ve Avrupa yanında Osmanlı coğrafyasına kadar yaydılar. Bu salgın, toplam 15 milyon civarında ölüme sebep oldu.
Baltalimanı Sözleşmesi’ne tekaddüm eden 1829-1837 arasındaki ikinci dalga ise yine Hindistan’dan başlayıp Çin, Rusya ve Avrupa yanında Amerika kıtasına da ulaştı. İstanbul’da da kitle hâlinde ölümlere sebep oldu. Kuzey Amerika’da çoğu Kızılderili kabile, ABD yönetiminin battaniye ve benzeri yardım malzemesi görüntüsüyle kolera mikrobu götürmesi sonucu yok oldu.
Salgınla Gelen…
Kolera salgınlarının etkisi devam ederken, 1836-1838’de İstanbul’da veba salgını ortaya çıktı ve yaklaşık 30 bin kişi hayatını kaybetti. Tam da bu şartlar altında Osmanlı coğrafyasındaki ticareti İngilizlere âdeta teslim eden muahade, Mustafa Reşid Paşa’nın marifetiyle imza altına alınmak durumunda kaldı.
16 Ağustos 1838 tarihli Türk-İngiliz Ticaret Antlaşması, Mustafa Reşid Paşa’nın Baltalimanı’ndaki yalısında imzalandığından “Baltalimanı Antlaşması” olarak da bilinir. Bu antlaşma imzalanmadan önce Osmanlı’nın dış borcu bulunmamaktaydı. Bundan sonra ülkede tarım, sanayi, ticaret ve diğer üretim alanları her yıl gerilemiş, verilen imtiyazlar, ülkeyi İngiltere’nin açık pazarı hâline getirmiştir. Öyle ki ülke içinde ticaret yapan bir Osmanlı vatandaşının mükellef olduğu bazı vergilerden, İngiliz tacirler muaf kılınmıştır. Her yıl artan borçlar ve gerileyen üretim, ekonomik çöküşün başlangıcını teşkil etmiştir. Sultan İkinci Mahmud’un vefatı ve Sultan Abdülmecid’in genç yaşta padişah olmasından sonra, gayrımüslimlere diğer alanlarda da ayrıcalık veren Tanzimat Fermanı ilân edilmiştir. Bundan sonra da her ıslahat hareketi, bir adım sonra ekonomik sömürüyü derinleştirmiştir. Ancak Sultan İkinci Abdülhamid’in saltanatı devrinde bir taraftan demiryolları, okullar ile imar faaliyetleri sürerken diğer taraftan dış borçlar yaklaşık %90 azaltılmıştır.
Mustafa Reşid Paşa’nın gerek daha önceki yıllarda İngiltere lehine siyaseti, gerekse 1838 antlaşmasını hazırlaması, Sultan İkinci Mahmud ile üst kademenin tepkisini çekmiş, birçok kere idamı gündeme gelmiştir. Bununla beraber paşa, sultanı ölüm döşeğinde iken de bu antlaşma sayesinde memlekette serbest ticaretin yerleşeceği, bunun da hızlı kalkınmayı getireceği yönünde ikna etmeye çalışmıştır.
Antlaşmada İngilizler lehine, Osmanlı vatandaşları aleyhine birçok düzenleme yapılmıştır. Ülkeye daha fazla mal girip refahın artacağı gibi parlak gerekçeler ileri sürülmüştür. Bu arada, meselâ iç ticarette Osmanlı tebaası %12 vergi öderken, yabancıların %5 vergi ödemesi kararlaştırılmıştır. Buna göre İngiltere tebaasına ve gemilerine, öncekilere ilaveten yeni imtiyazlar verilmiştir. İthalat ve ihracat ile iç ticaret, devlet denetiminden çıkarılıp tamamen serbest bırakılmış, bir anlamda İngiliz tüccarlara terk edilmiştir. İlginçtir ki sözleşmede İngiliz yönetimi hakkında “Majeste” veya “Majesteleri” tabiri geçerken Osmanlı tarafı için “Bâb-ı Âli veya “Türk Hükümeti” gibi isimler kullanılmıştır.
Yerli Üreticinin Beli Büküldü
Belirtmek gerekir ki Baltalimanı Antlaşması’na kadar Osmanlı ülkesinde kökleri asırlara dayanan ve zaman içinde gelişen üretim ve ticaret düzeni bulunmaktaydı. Başta dokuma atölyeleri olmak üzere birçok alanda, batı kaynaklı teknolojik gelişmeler izlenmekte ve geçiş dönemi yaşanmakta idi. Aslında kapitülasyonlar, 1838’den önce de bulunduğu halde iç ticarette mahallî unsurların tekeli olup Osmanlı tebaası korunmuştur. Bu antlaşma ile iç ticaret de yabancıların ayrıcalıklı olduğu alan hâline getirilmiştir. Hâlbuki Osmanlı tebaasının sahip olduğu tekeller, devletin önemli gelir kaynaklarından biri durumundaydı.
İngiliz tüccarların Hindistan’dan, Çin’den daha uygun şartlarda getirdikleri tekstil ürünleri yüzünden meselâ Tırnova’da 1812’de 2000 müslin bezi tezgâhı varken 1843’te bu sayı 200’e düşmüştür. Kadife ve satenleriyle ünlü Diyarbakır, ipekleriyle ünlü Bursa, bu sözleşmeden bir süre sonra, önceki üretim miktarının ancak %10’unu muhafaza edebilir hâle gelmiştir. Son derece gelişmiş olan yünlü dokuma sektörü çökmüş, köy tezgâhları dışındakiler ayakta kalamamıştır. 1855’e gelindiğinde İngilizlerin Osmanlı coğrafyasına yünlü ithalatı, antlaşma öncesine göre %1700 kat artmıştır. İngilizler dışında da yabancı ithalatçıların ürünleri ülkeye girmeye başlamıştır. Hâlbuki daha önce tekstil sektörünün birçok alanında dışarıdan ürün getirilmesi yasak olup yerli üretim bundan dolayı oldukça gelişmişti. Aynı çöküş, deri sanayiinde de görülmüştür. 1866’da hazırlanan bir raporda durum şöyle özetlenmiştir: “Eskiden pek mamur, servet ve iktidarı diğer esnafın fevkinde (üstünde) olan tabak esnafı (deri sanayicileri) otuz yıldır günden güne tenezzülata (gerilemeye) düşmüş ve tabakhaneler külliyen çalışmaz hâle gelmiştir.”
Madencilikte ise daha önce 82 maden ocağı faal iken 1852’de bu sayı 14’e düşmüş ve üretim miktarı üçte iki azalmıştır. Benzer gerileme pamuk, yün, tiftik, deve yünü, kuru üzüm gibi birçok alanda sözkonusu olup iç üretim ve ihracat çökmüş, piyasayı İngiliz ticaret ürünleri doldurmuştur. 1853’e gelindiğinde ihracatın ithalatı karşılama oranı %29’a düşmüştür.
Tarihi Unutmamalı…
Netice olarak Hindistan menşeli kolera salgınlarının sarstığı bir ortamda, Osmanlı’nın ekonomik çöküşüne yol açacak olan Baltalimanı Ticaret Antlaşması imzalanmıştır. Günümüzde yaşanan koronavirüs salgını ile de eğitimden sağlığa, ekonomiden siyasete yeni bir dönemin eşiğinde olduğumuz açıktır. Bu süreçte her kesimin kendi gücüne dayanarak hedef kitleleri yok etme, yeni bir sömürü ve baskı düzeni oluşturma gayretleri açıkça görülmektedir. Elbette birçok şey değişecek, birçok şey eskide kalacaktır. Bununla beraber tarihteki örneklere bakıldığında ne olacağı konusunda kimsenin garantisi yoktur. Dolayısıyla bu kritik süreçte daha fazla gayret sarf ederek 1830’lardaki gibi sarsıntıların tesirlerini unutmamak gerekmektedir. Bu manada Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin “Hak şerleri hayreyler/Zannetme ki gayreyler” tespitini hatırlamak gerek. ıı
Kaynaklar: 1838 Türk-İngiliz Serbest Ticaret Anlaşması’ndan Avrupa Gümrük Birliği’ne: http://kuramsalaktarim.com/1838-turk-ingiliz-serbest-ticaret-anlasmasindan-avrupa-gumruk-birligine/; Bedi N. Şeysuvaroğlu ve diğerleri, Türk Tıp Tarihi, Bursa, 1984; Cihan Dura, “1838 Osmanlı-İngiliz Ticaret Anlaşması”, Gazete Müdafaa-i Hukuk, 26.01.2001, Sayı 36; James L. Gelvin, Modern Ortadoğu Tarihi, 1453-2015, Çev.: Güneş Ayas, İstanbul; Nil Sarı, “Behcet Mustafa Efendi”, DİA, C.5, s.345; Ö. Celal Saraç, “Tanzimat ve Sanayimiz”, Tanzimat 1, İstanbul, 1940; Sinan Tavukçu, “Salgın Hastalıkların Tetiklediği Dünya Tarihindeki Güç ve Düzen Değişiklikleri”, Stratejik Düşünce Enstitüsü: https://www.sde.org.tr/sinan-tavukcu/genel/salgin-hastaliklarin-tetikledigi-dunya-tarihindeki-guc-ve-duzen-degisiklikleri-kose-yazisi-16688;Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi; a.g.mlf., 1402 Ankara Muharebesi, Bayezid ile Timur’un Ölümü ve Fetret Devri, İstanbul 1946.