Düzlüklerinde savrulan her bir toz zerreciği dahi buram buram tarih kokar Merv’in. Sanki akıp giden Muğrab Suyu değildir orada; zaman nehrinin taşıdığı binlerce yıllık hadiseler ve hatıralardır. İslâmiyet buraya, Merv’in Mecûsîlerinden iken İslâm’la müşerref olan bir sahâbî eliyle gelmişti. Abbasîlerin temelleri onda atıldı. Asırlar sonra Selçukoğulları devraldı İslâm’ın sancaktarlığını. Tasavvuf ehli ise bu kadim şehrin manevî havasını her daim diri ve canlı tuttu…
Vaktiyle yaşanmış öyle hadiseler vardır ki tarihin akışına yön verip vermedikleri asırlar sonra anlaşılır. Bu hadiselere ev sahipliği yapmış mekânların gerçek kıymeti de yıllara rağmen eskimez. İşte bu kabilden hâlâ maziden derin izler taşıyan, tarihî hadiselerin Muğrab Suyu gibi üzerinden akıp gittiği müstesna mekânlardan biridir Merv. Kadim tarihimize aşina olan herkes, 1040 senesinin ifade ettiği manayı bilir. Zira bu tarih, bozkırın taze Müslümanlarının yani Selçukoğullarının İslâm’ın en büyük hamisi olduklarını Dandanakan’dan tüm dünyaya kabul ettirdikleri andır. Bu ilânın yapıldığı mekân ise Muğrab Suyu’nun bereketli ovalarının yer aldığı Merv şehridir.
Merv’in kızıl topraklarında yükselen o zafer naraları, sadece hudutlarda değil, tarihin kalbinde yankılandı. Aradan geçen sekiz yılın ardından, bu kez Pasinler’de kazanılan zaferi müteakip, Bizans’ın görkemli surlarının ardında, İstanbul’un tam göbeğinde, kadim Emevî (Arap) Camii’nin taş duvarları, Abbasî halifesi adına okunan hutbenin kudretli sesiyle titredi. Ve yalnızca ihtiyar Roma otoritesi değil, dünyanın dört bir yanındaki siyasî güçler, Merv’in ufkunda doğan bu yeni Müslüman Türk iradesine boyun eğmekten başka çare bulamadı. Zira o gün tarih, İslâmî güzelliklerin doğudan yani Merv’den gerçekleşen muhteşem yükselişini temaşa ediyordu.
Eski Çağlar…
Yaklaşık dört bin yıl önce Eski Çağ’da yaşamış çiftçiler, Muğrab Suyu’nun hemen yanı başında bereketin sırrını keşfederek bu tarihî şehri, insanın tabiatla kurduğu kadim bağın mekânına dönüştürdüler. Hind, İran ve Sami toplumlarının “Cennet bahçesi” olarak andığı bu topraklar, yalnızca ekinlerin değil nice medeniyetlerin de filizlendiği bir diyar hâline geldi. Yazılı tarihini ancak Perslere kadar takip edebildiğimiz Merv, bozkırlı kavimlerin dışında pek çok medeniyetle irtibat hâlindeydi. Yeni şehirlerin kurulmasıyla ve oluşturulan ticaret hatlarıyla iktisadî kalkınmanın gerçekleştiği bu mümbit coğrafya, başta demircilik sanatı olmak üzere madencilikte bir hayli gelişerek endüstriye yön vermişti. Henüz takvimler miladı göstermezken bile İpek Yolu üzerindeki uluslararası ticaretin büyük merkezlerinden biri olan Merv’in tarihi, İslâmiyet’le birlikte yeni bir safhaya geçecekti.
İhya ve Fetih
Önceleri Mecûsî bir tüccar olan Muhammed Manahiye, Medine-i Münevvere’de Peygamber Efendimiz’le (s.a.v.) müşerref olduktan sonra, memleketi Merv’e Müslüman olarak dönmüş ve burada ilk mescidi inşa ederek, insanlara İslâm’ı anlatan ilk sahâbî ünvanıyla tarihe geçmiştir.
Kapak yazısının tamamını Yedikıta Dergisi 207. sayısından (Kasım 2025) okuyabilirsiniz.


