Tamamı dinî ve tarihî ehemmiyete sahip fiiller ile hac ibadeti, aslında kişinin başa dönme ve özünü bulma mücadelesi, Allahü Teâlâ’ya yakınlaşabilme çabasıdır. Dünyevî bütün sıfat ve şöhretlerden arınarak beyaz kumaşa bürünen, ihramı boynuna saran insan, âdeta kendinden ve yaşadığı dünyadan sıyrılmıştır. Hac, insanın toplumla hareket edebilme ve ummanda bir katre olduğunu hissedebilmesidir. Sıla özlemiyle bir ömür boyu yanan yüreğin en büyük vuslatıdır. Bu itibarla, hayatın hicretidir…
Hac, belirli bir zamana ve mekâna bağlı, hususî şartları olan, insanoğlunun en eski, en kadîm ibadeti. Söylenilmesindeki kolaylığın aksine, derinlemesine mana yüklü bir kelimeyle ifade edilen hac, ömrün ibadetidir.
İmkânı olan ve şartlar kendisinde bulunan her Müslüman’ın hayatında bir kez yapması farz olan müstesna ibadet hac, İslâm dininin en temel esaslarından ve aslî rükünlerindendir. Günahlar sebebiyle kararan gönüllerin arınıp temizlendiği, ruhun huzura kavuşup teskin olduğu uhrevî bir yolculuktur. Hac, öncesinde işlenmiş bütün günahların affının bir müjdesi, kulluk yolunda yeni bir sayfanın aralanmasının adıdır. Hayatın anlamı, bir nevi mahşerin provası ve cennetin durağıdır.
Hac ibadetinde ziyaret edilen yerlerin tamamı, Hazret-i Âdem ve Hazret-i İbrahim Aleyhimesselam ile bütünleşmiştir. Haccın binlerce yıllık tarihine bakıldığında, Kâbe-i Muazzama’yı ilk inşa eden Âdem Aleyhisselam karşılar bizleri. Cennet-i Âlâ’dan bilvesile yeryüzüne inen Ebu’l-beşer Hazret-i Âdem (a.s.), aradan geçen uzun bir süre sonra Mekke-i Mükerreme’ye ulaşır, Arafat’ta zevcesi Hazret-i Havva’ya kavuşur. Daha sonra Kâbe-i Muazzama’nın inşasıyla emrolunup ilk haccı da kendisi yapar.
Yazının devamını Yedikıta Dergisi 144. sayısından (Ağustos 2020) okuyabilirsiniz.